Başbakan’ın “yumruklarımızı sıktık, dişlerimizi sıktık, sabrettik” diye tanımladığı 28 Şubat süreci ile ilgili tutuklamaların başlamasından bu yana iki hafta geçti.
Bu süre içinde hiçbir şey yazmadım.
Katılmak durumunda olduğum birkaç TV programında ise konuyu genel hatlarıyla ele almaya çalıştım.
Çünkü benim 15 yıldır “ahlâki ve siyasi” açıdan ele aldığım “daha çok kazanmak, daha güçlü olmak” için vicdansızca operasyonlar yapılan bir sürecin, şimdi iktidar zehirlenmesine uğrayan bir kesimin intikam hırsıyla saçma sapan bir hale getirilmesini içime sindirmem mümkün değil.
Bunun adı intikamdır.
Üstelik dalga dalga yapılarak, bir anlamda tüm kompleksleri de tatmin etmeye yönelik bir intikamdır.
Kanıtı da bizzat “bu intikam değildir” açıklamalarıdır.
Başbakan, “Beni hapse 28 Şubat attı” derken bir çeşit intikam duygusu taşıdığını göstermiş olmuyor mu?
“Cadı avına dönüşmesin”miş. Ama “kimin ne yaptığı da ortaya çıkmalı” imiş.
Kim kimi kandırıyor? Bal gibi intikam işte.
Bari herkes biraz dürüst olsa da “Ben intikam alıyorum, var mı ötesi?” diyebilse. Bu açıdan bakınca Mümtazer Türköne hiç olmazsa içinden geçeni açıkça söyleyecek cesareti göstermiş, eleştirmek değil kutlamak gerek.
28 Şubat dönemi güya yargıya teslim edilmiş.
Peki yargı ne yapıyor?
Adeta kanırtır gibi haftalık “ev arama, gözaltına alma, sorgulama ve tutuklama” operasyonlarını gerçekleştiriyor.
Neden “haftalık” operasyon?
Eğer gerçekten 28 Şubat’ta suç işlenmişse, bu bilinmiyor mu?
Ergenekon için belki bahane vardı. Denilebilir ki “Efendim bir gecekonduda el bombaları bulundu. Biz bunu önce kriminal bir olay zannettik, ama soruşturdukça içinden darbe çıktı, bu nedenle dalga dalga yürütüldü.”
Peki 28 Şubat aynı mı?
Tesadüfen yakalanan bir şüpheli üzerinden mi götürülüyor soruşturma?
Hayır. Bağıra bağıra geldi. Önceden haber alma yetenekleri olan gazeteciler aylardır “28 Şubat başlayacak, şunlar tutuklanacak, şunlar sanık yapılacak” diye yazıyorlardı zaten.
Kozmik odadan, Gölcük’teki döşeme altından çıkan belgelerle her şeyin gün gibi açığa çıktığı anlatılıyordu.
O halde yargı soruşturmayı neden parça parça götürüyor? Zaten her şey biliniyorsa soruşturma başlar, aynı gün kim şüpheliyse sorgulanır, tutuklanacak varsa tutuklanırdı.
Hayır öyle yapılmıyor, sanki her sorgudan sonra yeni kanıt bulunmuş gibi bir başka dalgaya geçiliyor.
Belli ki asıl amaç yüzleşmek, suçlulardan hesap sormak değil, “İşte şimdi güç bende, okudum canına” demektir.
Tam bir trajikomedi.
İyi de “Türk milleti adına karar veren” yargı bu ayıbın altından bir gün nasıl kalkacağını da düşünüyor mu?
*****
Askerler birbirlerini satıyor mu?
İkinci dalgası da biten ve bugün yarın üçüncüsü beklenen 28 Şubat soruşturmasında yine eskisi gibi savcılıkta verilen ifadelerin sızdırılmasına devam ediliyor.
Bu sızdırmalardan da “komutanların hep başkasını işaret ettikleri” haberleri çıkıyor. Bunlara göre her komutan hakkındaki suçlamalar için “bir üstündekini” suçlamış.
Basit mantıkla bakıldığında “komutanlar birbirlerini satıyor” anlamı çıkıyor, ki zaten yapılmak istenen de bu galiba.
Peki bu doğru mu?
Komutanlar kendilerini kurtarmak için bir üsttekini suçlamayı mı seçiyor?
Yoksa bir gerçeği mi dile getiriyorlar?
Çünkü şurası çok açık bir gerçek ki,28 Şubat dönemindeki uygulamalar ahlâki ve vicdani değildir ama, hukuksuz da değildir.
Her şey kayıt altına alınmış, uygulamalar devletin bütün ilgili birimlerinden yazılı emirlerle geçirilmiştir.
Bu emirlerin uygulanması için yapılan ahlâk dışı baskılar ise “örgütlü suç veya darbe” kapsamına alınamaz.
Ahlâk dışı baskılar dönemin tanıklarının kişisel görüşlerine, siyasi eğilimlerine ve o dönemde kendilerince uğradıkları haksızlıkların etkisiyle dile getiriliyor ve hukuken bir değeri yoktur.
*****
Herkesin suçlusu kendine göre
Kimse kendisini kandırmasın, 28 Şubat soruşturması “dalga dalga” yapılıyor ama şimdilik tutuklanan generaller, subaylar hiç önemli değil.
Çevik Bir’miş, Erol Özkasnak’mış, kimsenin umrunda bile değil.
Onlar sadece bir Genelkurmay Başkanı’nın daha tutuklanmasını şehvetle karşılayacaklar için birer adım. O kadar.
Bir kesimin asıl heves ve heyecanla beklediği şey, askerlerin dışında kalan tutuklanacaklar.
İsimleri aylardır gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında çığlıklarla duyurulan gazeteciler hapse atılacak mı?
Kimi gazete patronları tutuklanmaktan nasiplerini alacaklar mı?
İş dünyasının önde gelen isimleri arasında da sabahın köründe evi basılacak, don gömlek ne varsa didik didik aranacak sonra da ite kaka emniyete götürülüp mahkemece tutuklanacak olanlar var mı?
Bir eski Cumhurbaşkanı’nı da tutuklayarak “Ne kadar demokrat olduğumuzu” cümle âleme bir kere daha gösterecek miyiz?
Merak edilen bu.
Gerçi bunların hepsinin olacağını iştahla söyleyenler de var, daha doğrusu böyle olacağını bildiklerini açıklamaktan da çekinmiyorlar zaten.
Ancak bu şehvet ve ihtirasla konuşanların bir bölümünün kafası karışık.
Geçen 15 yıl içinde herkes bir tarafa dağıldı, bir kısmı eskiden düşman oldukları kişilerle sağlam dostluklar kurdular, karşılıklı çıkar ilişkileri yeniden oluştu.
Bu nedenle “intikamcı” kesim “tutuklanacaklar” listesi konusunda farklı düşünüyor.
Kim kiminle ilişkideyse “O olmasın ama, süreç de durmasın” ahkâmları kesiyor.
Oysa her şeyin Başbakan’da biteceğini biliyorlar. Onun “Cadı avı olmasın ama gerçekler de ortaya çıksın” sözünün gideceği yerin farkındalar. İçten içe buna çok da seviniyorlar.
Yaptıkları şu; yarın öbür gün yüz yüze geldiklerinde “Sizin için çok çaba harcadım ama, elimden bu kadarı geldi” diyecekler.
*****
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, “Yeni anayasa ile Cumhuriyet’i taçlandıracağız” demiş. Nasıl yani, yoksa “krallık oluşumuzu” anayasa maddesi haline mi getiriyoruz? (Gani Yıldız)
*****
Yargı sanki fanus içinde
Bir dönemin soruşturması yapılıyor, yargının elinde 100 sayfalık belge bilgi varsa, dışarıda aynı konuyla ilgili konuşulanlar bunun on katı.
Şehvetli konuşmacılar ekranlardan soruşturmanın nasıl gideceğini ballandırarak anlatıyor. Kimlerin tutuklanacağı, kişilerin onurları ayaklar altına alınarak, aşağılamalar yapılarak listeleniyor.
Bitmez bir iştahla “gün bugündür, canınıza okuduk” haykırışları milletin kulaklarında patlıyor.
Yargı ise sanki fanus içinde, sessiz.
Böyle bir şey olabilir mi?
Kimseye “Kardeşim bizim ne yapacağımızı, kimi tutuklayacağımızı, kimleri ifadesini alıp serbest bırakacağımızı, kime hiç dokunmayacağımızı nereden biliyorsunuz” demiyor, diyemiyor.
Bu gidiş beni çok kuşkulandırıyor.
Yorum Gönder