Başbakan RTE, Çin seferinden dönerken yurtdışına çıkan devlet adamlarımızın illa ki gerekir diye, çoğu
kez gündem değiştirmeye yönelik açıklamalardan birini daha yaptı ve…
…MİT Müsteşarı Hakan Fidan için “Benim, devletin sır küpü” dedi. Daha ileri giderek, sözünü “Türkiye’nin de sır küpüne” çevirdi.
Dış ülkelerde gizli servislerin başında olanlar, emekliye ayrıldıklarında veya ayrılmak zorunda kaldıklarında, görevleri sırasındaki gizli kapaklı, hatta “kirli işler” ile ilgili ne bir açıklama yapar ne de kitap yazarlar.
Bugüne dek MİT’i yönetenler, ayrıldıktan sonra gizli kapaklı operasyonların hiçbiri üzerinde konuşmadı.
Örneğin, Öcalan’ın Kenya’da Türkiye’ye teslimini öngören, ABD’nin saptadığı ve CIA aracığıyla ilettiği koşulları müzakere eden Müsteşar Şenkal Atasagun; son günlerde konu kamuoyunda tartışıldığı sırada sessiz kaldı.
Başbakan; MİT’i kendine özel kişisel bir kurummuş gibi benim sır küpüm diye tanıtıyor.
Oslo tutanakları, hükümetin terör örgütüne (Başbakan’ı temsil eden) bugünkü MİT Müsteşarı’nın ulaştırdığı vaatleri sıraladı.
Savcılık KCK soruşturması nedeniyle Müsteşar Hakan Fidan’ı sorguya çağırdı. RTE, savcının müsteşarını ancak kendi rızası olursa çağırabileceğini içeren bir yasayı alelacele neden Meclis’e gönderdi?
Zira, PKK’ye müsteşar aracılığıyla duyurduğu söylenen ödünlerin örtüsü kaldırılınca altında RTE çıkacaktı!
***
Oysa, RTE yaşanan örneklerden hiç ders almamış.
Bugün, MİT Müsteşarı’nı değil, aslında kendini koruma yasası çıkarabilir RTE.
Ama yarın? Devir değişir. RTE gider ve gün gelir. Dün PKK ile yapılan görüşmeler, verilen ödünler bir dava dolayısıyla gündeme gelir. Yasa değişir ve yargı; MİT’ten, bugünlerle ilgili bilgileri ister. Fidan’ı da tanık olarak çağırabilir.
O zaman; saç düşer keli görünür Bay RTE’nin!
Bugün sorgu sırasında savcılıkta, tutuklandıkları mahkemede ve Silivri’de yatan gazetecilerin, aydınların yaşadığı zulmün gün gelir hesabı sorulacağı gibi…
***
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın bu süreçleri ayrıntılarıyla anlatan belgesel değerindeki kitaplarına bir yenisi eklendi.
Zulümhane’nin “konuğu” gazeteci Soner Yalçın’ın; “Samizdat” adıyla yayımladığı kitap; yalnız yargı uygulamalarındaki adaletsizliği anlatmıyor; açıklamalarıyla yarınlara ışık tutuyor.
Savcılık ve mahkeme sürecini ilgi çekici, bilinmeyen bilgilerle yansıtıyor. Örneğin Ergenekon soruşturmasında ABD’li Susanne Hayden’in rolünü, CIA’nın ünlü Veli Küçük’ten neler talep ettiğini soruyor, yanıtlıyor ve…
…kitabında tutuklanmasına ve suçlamalara destek çıkan, medyadaki bu devrin yalaka kalemlerini adlarıyla, yazılarıyla sergiliyor.
Her alandaki “yandaşların” ne mal olduklarını gözler önüne seriyor.
***
Gözaltına alınması nedeniyle Cumhuriyet’te yayımlanan yazıma kitabında yer vermiş Soner. Şunları yazmışım o gün:
“…Gerçek şudur: Soner Yalçın gazeteci olarak hem Odatv’de hem de Hürriyet’te her pazar yayımlanan araştırma ürünü, tarihsel olayları güncelleştiren yazılarında iktidarı eleştirdi. Birçok yanları hâlâ gizemli Ergenekon, Balyoz gibi davalarda kamuoyunun bilmediği gerçekleri belgeleriyle açıkladı.
Odatv’deki belgeli haberler, yorumlar… Ergenekon savcısının Soner Yalçın’ı ‘terör örgütüne üye olmak ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek’ suçlamasıyla gözaltına almasına neden oldu.
Soner Yalçın’ın suçu, adı Ergenekon savcılarının iddianamelerinde yer alan ancak varlığını hiçbir resmi makamın doğrulamadığı bir terör örgütüne üyelikse... bu suçlamayı bir kalem geçiniz efendim...”
***
O günkü yazım şöyle sona eriyor:
“Soner Yalçın medyaya sesleniyor. Tabii anlayana: Bugün bana yarın sana.”
Yorum Gönder