Erdal Eren ve Necdet Adalı, sözlerini Aysel Gürel’in yazdığı, Sezen Aksu’nun seslendirdiği “Aman aman yandım amman / Acı yüzler kurşun gibi izler / Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda” ve Nevzat Çelik’in yazdığı, Ahmet Kaya’nın seslendirdiği “Beni burada arama / Arama anne / Kapıda adımı, adımı sorma / Saçlarına yıldız düşmüş / Koparma anne ağlama” parçalarının atfedildiği kişilerdi...
Geçen haftanın en önemli gündem maddesi olan 12 Eylül davası hatırlattı onları bir kez daha. TBMM’nin, siyasi partilerin, Bakanlar Kurulu’nun yanı sıra, Bahçelievler katliamı hükümlüsü Haluk Kırcı, Maraş katliamı sanığı Ökkeş Şendiller ve “Doğu’nun başbuğu” diye nitelenen Yılma Durak gibi isimlerin de müdahil olduğu davaya biz de bu iki ismin Ulucanlar Cezaevi’nde son bulan öykülerini kaleme alarak farklı bir “müdahillik” yapmak istedik.
Önce Deniz, Yusuf, Hüseyin…
Altındağ’ın Ulucanlar semtinde bulunan, “Cebeci Tevkifhanesi, Cebeci Umumi Hapishanesi, Cebeci Sivil Cezaevi, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi ve son olarak Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi” olarak adlandırılan cezaevi, kurulduğu 1925 yılından kapatıldığı 2006’ya kadar Türk demokrasi tarihine damga vuran anılara evsahipliği yaptı.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972’de Ulucanlar’ın avlusundaki kavak ağacının altında idam edildi. 1980 ihtilalinin ilk infazı da 8 Ekim gecesinde, sol görüşlü Necdet Adalı ile sağ görüşlü Mustafa Pehlivanoğlu’nun idam edilmesiyle bu cezaevinde gerçekleşti. 13 Aralık 1980’de ise Erdal Eren’e verilen idam cezası burada infaz edildi.
12 Eylül’ün ilk infazı: Adalı
Necdet Adalı ile ilgili idam kararı Cumhuriyet’e 3 Ekim 1979’da şöyle yansıyordu:
“Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, 1 Numaralı Askeri Mahkemesi 1977 yılında İsmetpaşa semtinde bir kahvehaneyi basarak, 2 kişiyi öldürmek, bir kişiyi de ağır yaralamaktan sanık Dev-Sol adlı örgüte mensup oldukları belirtilen Necdet Adalı ile Kemal Ergin’i ölüm cezasına mahkum etmiştir.”
Adalı hakkındaki karar 17 Temmuz 1980’de Yargıtay 2. Dairesi tarafından da onaylanmıştı. Ağustos 1980’de avukatların Askeri Yargıtay Daireler Kurulu’na yaptıkları son itirazdan da sonuç çıkmıyor ve Ulucanlar Cezaevi 8 Ekim gecesi 12 Eylül’ün ilk infazına evsahipliği yapıyordu.
İdam ısrarını kimse önleyemedi
Erdal Eren ise 12 Eylül öncesi, 4 Şubat 1980’de, er Zekeriya Önge’i öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanmıştı. Bu haber Cumhuriyet’in 8 Şubat 1980 tarihli sayısında “Hoşdere Caddesi’nde inzibat eri Zekeriya Önge’i öldürmekten sanık olarak gözaltına alınan Yapı Meslek Lisesi öğrencisi Erdal Eren, Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nce tutuklanmıştır” diye duyuruluyordu. Bundan 6 gün sonra da Eren’in yargılanmaya başladığı haberi yansıdı sayfalara.
Eren 19 Mart’ta Ankara 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırıldı. İdam kararı ve Eren’in tepkisi Cumhuriyet’ten 20 Mart’ta şöyle veriliyordu:
“Karar okunduktan sonra sanık Erdal Eren mahkeme salonunda ‘Faşizme ölüm halka hürriyet’ diye bağırmıştır. Bunun üzerine sanık görevli askerler tarafından mahkeme salonundan çıkartılmıştır.”
Dosyadaki tutarsızlıklar nedeniyle, Askeri Yargıtay 3. Dairesi, idam kararını bozdu. Dosyadaki en önemli noktalardan birisi, Eren’in 18 yaşından küçük olmasıydı. Askeri Yargıtay, Eren’in 18 yaşında olup olmadığının saptanması amacıyla, kemik grafiğinin çekilmesini istiyordu. Ama Askeri Yargıtay Genel Kurulu, daire kararını bozmuştu. Daire kararında ısrar etse de Genel Kurul ısrarla “idam” diyordu.
Babadan ‘Evren vicdanına’ son çağrı
Oğlu Erdal’ın, Necdet Adalı ile aynı sonu yaşamaması için çabalayan baba Ahmet Eren son çare olarak “vicdanlara seslenmeye” karar vermişti. Baba Eren, idamı “Asmayalım da besleyelim mi diye” savunabilecek bir vicdanın sahibi olan Kenan Evren’e mektup yazarak oğlunun affını istemişti. 12 Eylül uygulamalarından bazı günler kapatıldığı için okuruna ulaşamayarak nasibini alan Cumhuriyet, bir babanın son çabasını 22 Kasım 1980 tarihinde şöyle haberleştirmişti:
“Çıkmadığımız günlerde Askeri Yargıtay Erdal Eren’in idamını onaylamıştır. Erdal Eren’in babası Ahmet Eren, Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren’e başvurarak, oğlunun affını istemiştir.”
Bir kol saati ve 800 lira…
12 Aralık’ta MGK, Eren’in idamını onadı ve infaz 13 Aralık’ta hemen gerçekleştirildi… 17 yaşındaki Erdal Eren de Necdet Adalı gibi bir gece yarısı çıktı darağacına. Çıkmadan önce son mektubunu babasına yazıyordu Erdal. Cumhuriyet, 14 Aralık 1980’de, yürek burkan o haberi veriyordu:
“Erdal Eren, infazdan önce babasına bir mektup yazmış ve ailesine verilmek üzere avukatlarına 800 lira ile bir kol saati bırakmıştır.”
Geriye ise Erdal’ın Cumhuriyet’in 3 Aralık 1993 tarihli sayısında bir kez daha yayımlanan o “son bakışı” ve avukatı İsmail Sami Çakmak’ın sözleri kalıyordu:
“İdam çağdışı bir cezadır. Devletin öç alması, taammüden can almasıdır.”
Yorum Gönder