Akaryakıta cepleri yakacak şekilde zam yapıldı. Yeni fiyatların kentlere başka yerlerden getirilen tüketim maddelerine yansımamasını sağlayacak sihir, Maliye Bakanı’nın haznesinde elbette bulunmuyor.
Memurun istediği ücret zammında yan çizen siyasi iktidar, yüzde 2.5 gibi komik bir öneriyi getiriyor. Kâğıt üzerinde toplusözleşme hakkına sahip, ancak grev silahını kullanması yasaklanmış olan kamu görevlileri çaresiz. Tek yolları alanlara çıkarak içlerini boşaltmak!
Tam, o fiyat ayarlamasının açıklandığı günlerde iki ayrı PİAR kuruluşunun ayrı konularda yaptığı kamuoyu araştırmalarının özet sonuçları internete düşüyor:
İkisinde de AKP’nin oylarında erime olduğunu görüyorsunuz.
Ülkedeki işsizlerin mart ayındaki oranının, uzun süreden bu yana çift haneye çıktığını devletin istatistik kurumlarından öğrenmek mümkün.
Ne yazık ki o erime süreci muhalefet partilerine yansımıyor. Demek ki kamuoyunda, onların çalışmalarına da bekledikleri kadar puan verilmiyor ve o nedenle de kararsızların oranı çoğalıyor...
Dün günlerden salıydı. Başbakan’ın ekonomimizin haline şöyle teğet geçerek de olsa değineceğini bekleyenler, amiyane ifadeyle “avuçlarını yaladı”lar.
İktidar partisi, yurttaşların cepleri ile doğrudan ilgili çözümler yerine, bilmem kaç yıl önce Sincan’dan çıkıp merhum Erbakan’ın korkuya kapılarak Başbakanlığı yardımcısı Tansu Çiller’e devretmek istemesi ile sonuçlanan hülleli istifa kararının günümüze yansıyan yapay artçı deprem dalgalarını gündemden indirmiyor.
28 Şubatçıların andıçlarla medyadan sivil toplum örgütlerine kadar bir dizi kuruluşu hizaya getirmek istedikleri doğrudur. Ama, herkes elini vicdanına koyarak söylesin:
Bugün adı, parlamenter demokratik bir rejimin iktidarı olarak siyasi tarihe geçecek olan AKP, medyaya, sivil toplum örgütlerine “balans ayarı” yapmakta.
O dönemin kudretlilerinden geri kalır durumda mıdır?
102 gazeteci içeride. Müyesser Yıldız arkadaşımız tek başına kaldığı hücrede, bir kedisinin bile olmadığından şikâyetçidir.
Yargının siyasi iktidarın etkisi altında olduğunu sadece bir kısım hukukçular ve muhalefet partileri söylemiyor. Batı medyasında da Avrupa Parlamentosu’nda da bu doğrultuda sözbirliği yapılmışçasına güçlü bir kanı olduğu görülüyor.
Bunun da yapay olduğunu söylemek isteyenler, yazının başlarında sözünü ettiğim kamuoyu kuruluşlarından birisinin sokakta “Yargıya güveniyor musunuz” sorusunu yönettiği vatandaşların yüzde 69’undan “hayır” yanıtını aldığını okumalılar.
O yüzde 67’sini aşan oranı bulan kitlenin her birinin ya da yakınlarının adalet kapısındaki işler hakkındaki edinimleri var. Dahası mesela dünkü Cumhuriyet’in manşetini okumuş olanlar, kritik Balyoz davasında, cumhuriyet savcılarının mütalaasının davadan önce yazılmaya başlandığı, savunmalar bitmeden tamamlandığını öğrenmişlerdir..
28 Şubatçılar tutuklandı. Ama ortada henüz bir iddianame olmadığı için görevi alan cumhuriyet savcılarının, öncelikle şüpheli tutuklulara yönelttikleri sorulara aldıkları yanıtlara dayanacakları söyleniliyor.
Medyamızın iktidara yakın olanları ila maşallah, gizli olması gereken hazırlık soruşturmasında kime ne sorulmuş, şüpheli kişi ne cevap vermiş onları teker teker sıralıyorlar.
Okuduklarımız doğru mu diye düşünürken, mesela Genelkurmay Başkanlığı’na gönderme yapılarak yer alan bir başka haber, asılsızdır diye yalanlanıyor.
Öylelikle Çevik Bir’in avukatının “Müvekkilimiz tutuklandı” diye Genelkurmay Başkanlığı’na başvurduğu, Karargâhtan da, bize ne, türünden bir yanıt alındığı havadisi çöpe gitmiş oluyor.
Başbakan, 28 Şubat mağdurları adına yaptığı bir açıklamada, “Alma mazlumun ahını” diyor.
İyi de günümüzde kim gerçek zalim, kimler mazlum bilen yok ki.
“Bir bilene soralım” desek, dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Demirel, kendisini de sürecin içine sokmaya çabalayan yandaş kalem erbabının yazdıklarını, Nazmiye Hanımefendi’nin rahatsızlığı ile uğraşırken vakit ayırıp okuyabiliyor mu?
Bilinmez.
Bilinen cumhurbaşkanlarının anayasamıza göre, bu konulardaki kararlardan ötürü sorumsuz olduklarıdır.
Bir başka bilinen de bugünkü Sayın Cumhurbaşkanımızın, o dönemde Erbakan kabinesinde bakan olduğu ve 28 Şubat’la ilgili kararnamelerin kendisi için imzaya açılmadığıdır.
Ki Sayın Gül’ün söyledikleri de elbette gerçektir. Zira Sayın Abdullah Gül’ün Erbakan hükümetinde görevlendirilmiş olduğu sandalye, MGK üyesi olan, İçişleri, Dışişleri ve Milli Savunma bakanlıkları değildir.
Ancak Sayın Gül, şayet o kararı içine sindirememiş olsaydı, bir beyaz kâğıda “Sayın Başbakanım, bu demokrasi kurallarına aykırı karar nedeniyle bakanlık görevimi bırakıyorum” diyemez miydi?
Bence derdi. Demek ki, o da balans ayarı ile sonuçlanan MGK kararını ve o kararın kendisinin de üyesi bulunduğu Bakanlar Kurulu’nca tasvibini içine sindirenlerden.
Yorum Gönder