Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın bir süredir söz ettiği “CHP içinde partiye zarar veren büyük ağabey”in kim olduğunu açıklamış. Tahmin etmek pek zor değildi zaten, zira daha önce onun genel başkanlıktan indikten sonra “bana yar olmayan kimseye olmasın” anlayışıyla yaptıkları çok yazıldı, çizildi. Buna rağmen kendisi yaptıklarından mahcubiyet ve pişmanlık duyup değişti mi, Akaydın’ın anlattıklarına ve adamlarının kısa süre öncesine, son kurultayda “kendilerine hak ettikleri cevabın verilmesine” kadarki eylemlerine bakınca öyle olmadığı açıkça görülüyor.
Deniz Baykal ve hala partinin ön saflarından çekilmeyen Nur Serter, Muharrem İnce gibi ona yakın isimler “kendi partilerine zarar vereceğini iyi bildikleri” girişimlerinden hiç vazgeçmediler. Aynen perde gerisinden Baykal’ın da vazgeçmediği gibi.. Mustafa Akaydın’ın konuşmasının bir bölümüne bakalım.
ETNİK VE MEZHEP BÖLÜCÜLÜĞÜ BİLE..
Diyor ki:
“3 yıldır tarif edilemez bir işkence yaşatıldı. Bölücü politikaların CHP ve Genel Başkan’ına büyük zarar verdiğini düşünüyorum. Baykal’ın siyasete girdiği günden beri partide entrika ve hizip var. ‘Küçük olsun, benim olsun. Biat etmiyorsa ona ceza veririm’ anlayışı var. Kılıçdaroğlu’nun tek kusuru kibarlığı.. Bu kibarlığı nedeniyle seçimlerde Antalya’yı büyük ağabeye teslim etti. ‘Antalya senindir’ denildi.
Genel seçimlerde bu zihniyet olmasa oylar yüzde 30’un üstüne çıkacaktı. Birçok partili sandığa gitmedi ya da MHP’ye oy verdi. Çünkü büyük ağabey ve müritleri aleyhte çalıştı. Seçimlerde hep Baykal’ın yanında durdum ama sürekli kendisinden Genel Başkan aleyhinde mesajlar aldım. ‘Etnik ve mezhepsel bölücülük’ konularını dile getirdi. Bu asalak zihniyetin partiden temizlenmesi gerekiyor.”
DEHŞET BİR AÇIKLAMA
Şimdi.. Referandum öncesinden başlayıp seçimi de içine alarak Baykal’a yakın bazı milletvekillerinin “kendi partilerinin aleyhinde çalıştığını, bu yaptıklarının diğer bazı milletvekilleri tarafından da gözlendiğini yani ‘bir iddia değil, gerçek’ olduğunu” yazmıştım. Bu “bir milletvekiline asla yakışmayacak, bugüne kadar da siyaset tarihinde görülmemiş skandal tavır”ları kendi partilerini kaosa sokarak, kurultaydan kurultaya, olaydan olaya sürükleyerek sürdü.
Ama.. O skandalları duyarken bile bu dehşet verici açıklamada söylenenler kadarını kimse aklına getirmemişti. Yapılanın ne olduğunu irdeleyelim; demokrat ve dürüst , etnik ayırımcılık yapmayan (kaldı ki Kılıçdaroğlu ‘Türkmen’ olduğunu defalarca tekrarladı), din-inanç-mezhep konularını siyaset için, oy için istismar etmeyen bir rakip partinin bile yapmayacağı şeydir yapılan.. Evet, her ne kadar “biz asla vatandaşlarımızı ayırmayız” benzeri güzel laflar ediliyorsa da bu “etnik ve mezhep ayırımcılığı” Kılıçdaroğlu’na referandum ve seçim sürecinde rakipleri tarafından açık açık yapılmış, kimse de tepki göstermemiştir.
EN UCUZ YÖNTEM VE İSTİFA
Peki ya Baykal’ın bu “en ucuz ve olmayacak” yola başvurmasına ne denebilir? Akaydın’ın “yanında durdum, bunları gördüm” diyerek anlattığı olay bir milletvekilinin sırf “sonsuza kadar kendisinde kalacağını sandığı koltuk elinden kaçtı” diye yapabileceği ve göz yumulacak bir durum değildir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun da olup bitenleri görmesine ve bundan sonra da yapılacağını bilmesine rağmen “kibarlığı nedeniyle” göz yumması bir genel başkana yakışmaz. Bence Kılıçdaroğlu’nun bir kusuru “kibarlığı” ise diğer kusuru da “uyarılara hiç kulak asmaması” gibi görünüyor. Umalım da bugüne kadar birçok liderde görülen “hatayı yapan yerine açıklayana sırt çevirme” huyu onda olmasın ve Mustafa Akaydın bu açıklamadan zarar görmesin..
Olay “hangi partide olsa o parti için” çok çarpıcı-yıpratıcı bir olaydır, Baykal’ın daha önce genel başkanlıktan istifasını gerektiren nedenden daha az önemli değildir ve aslında parti içi rekabeti, çekememezliği nedeniyle bir seçimde bunu bile göze alan Deniz Baykal daha fazla rezalete yol açmadan artık siyaseti bırakıp çekilmelidir.
*****
Behzat Ç’nin ‘imamlık’ isteği!
Son yıllarda eğer “tepki görecek, benzerine zor rastlanacak” bir değişiklik yapılacaksa bunun önce kurnazca bir taktikle, “toplumu alıştırma” girişimleriyle başladığı biliniyor. Bir siyasetçi, bir gazeteci veya bir akademisyen “Bu da nereden çıktı” dedirtecek bir konuşmayla önden tartışmayı başlatıyor, tepkiler biraz durulunca bir bakıyorsunuz o değişiklik kaşla göz arasında olup bitivermiş.. Sonra “büyük resme” bakıyorsunuz, gündemlerdeki karmaşa arasında birçok değişiklik “eşzamanlı olarak” olup bitmiş, siyasi gücün istediği hiçbir detay unutulmamış..
Şehir Tiyatroları konusunda kısa süre önce Zaman gazetesi yazarı İskender Pala’nın “müstehcen oyunlar oynanıyor” diyerek tek konuşmada ateşlediği fitilin arkasından bu kez Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen sanki kendi konusuymuş gibi ve Pala’nın yazısını referans göstererek tartışmaya katılmış ve “muhafazakar estetik ve sanat” normlarının olması gerektiğini iddia etmişti.
ŞEHİR TİYATROLARI OYUNCAK MI?
Basında kısa süre tartışıldı, Şehir Tiyatroları’nın, sanat camiasının tepkisi duyuldu ve bilin bakalım ne oldu? Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni’nin ve Yönetim Kurulu’nun bile haberi olmadan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın Sanat Danışmanı Kenan Işık’ın bile haberi olmadan “Şehir Tiyatroları Yönetmeliği” adeta bir oyuncak gibi değiştiriliverdi.
Bu çaktırmadan yapılan değişikliğin en önemli amacı ise Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri İsen ile Zaman yazarı Pala’nın bir anda “sanki rüyalarında görmüşler gibi” destekleşerek yaptıkları açıklamanın ta kendisi; repertuarın yani oynanacak oyunların seçiminin Şehir Tiyatroları’ndan alınarak “istenen başka kişiler”e verilmesi.. Ki burada o kişiler “bürokratlar” olacak.
‘MUHSİN ERTUĞRUL GİBİ OLSAYDINIZ’ MI?
Dün “10 genel sanat yönetmeninin de katıldığı” basın toplantısından sonra konuştuğum sanatçıların anlattığına göre yönetmelikte yapılan değişiklik onaylanmış ve İBB Başkanı Topbaş açıklama yapmış, bu açıklamada “İçinizde Muhsin Ertuğrul gibi sanatçılar olsaydı genel sanat yönetmenliğini ona bırakırdık” demiş. Tabii kendilerine hakaret gibi söylenen bu laftan sonra sanatçılar da “Demek ki bizim içimizde Ertuğrul gibi sanatçılar yok ama bürokratların içinde var” diyorlar.
Hangisiyle konuşsam “Bu kadarı da olmaz, Osmanlı’dan beri var olan Şehir Tiyatroları bir şubeye dönüştürülüyor, sanatla ilgisi olmayan kişiler repertuar seçecek, aralarına da göstermelik birkaç isim yerleştirilecek. Bizi kalkıp bir bankaya atasalar ne yapabiliriz ki onlar bu işi yapacak” benzeri tepkiler duydum. Dizideki rolündeki adıyla Behzat Ç. olarak anılan tiyatro-sinema-dizi sanatçısı Erdal Beşikçioğlu ise “Bu iş laboranta ‘gel şu ameliyata gir’ demek gibi bir şey.. O zaman bana da bir cami verin imam olayım” demiş. Bu durumda söyledikleri tamamen doğru değil midir?
Sanatbile siyaset karıştırılan böyle bir olaya tepki vermek üzere tüm tiyatro sanatçıları orada olmalıydı ama basın toplantısı nedense pek kalabalık değilmiş. Nedense?
Yorum Gönder