Almanya’daki Deniz Feneri davası sonuçlanmış... Herkesin gözü “Türkiye ayağı”nda... İktidara yakın dernekler, vakıflar, yayın organları, bürokratlarla ilgili yolsuzluk iddiaları almış yürümüş...
“Bu gazeteleri almayın”
Tayyip Erdoğan, Bayrampaşa’da partisinin düzenlediği toplantıda sahnede. Önce gömleğinin kollarını kıvırıyor. Sonra girizgahı yapıyor:
“Bu ülkede medya güvenilirliğini yitirmiştir...”
Ve bomba patlıyor:
“Partinin mensupları olarak yalan yanlış bu haberleri yapan medyaya karşı sizler de kampanyanızı başlatın, sürdürün ve bu gazeteleri evinize sokmayın, almayın.”
2008 yılının Eylül ayında yapılan bu konuşmanın hedefinde Doğan Grubu var.
Erdoğan kendisi ve partisi hakkındaki yolsuzluk haberlerinden dolayı öfke saçıyor:
“İspatlayamazsanız ahlaksızsınız!”
Aydın Doğan’ın “Biz basınız, yazmayalım mı yani” minvalli cevabı daha da yükseltiyor tansiyonu. Sadece bir gün sonra 7 Eylül 2008’de, Doğan’a “1 hafta” süre verdiğini ilan ediyor Erdoğan:
“Sana bir hafta süre veriyorum. İddialarının arkasındaki gerçek ne? Açıkladın açıkladın açıklamadın ben kalkıp açıklayacağım.”
Erdoğan’ı “ucuz polemikçilik”le, “siyasi şantaj” yapmakla suçlayan Aydın Doğan geri adım atmıyor ve “hodri meydan” diyor:
“Sayın başbakan, ‘ben açıklayacağım’ diyor. Bana göre bir hafta kalmasına gerek yok, hemen açıklasın. Niye mahkemelere verilmiyor benimle ilgili bir şey varsa? Elinde dosya tutuyorsa o da şantaj. İkisi de suç. Böyle şey olabilir mi?”
Bu kadarla kalsa iyi. Bakın başka neler söylüyor Erdoğan hakkında:
“Eğer bizden biat medyası kültürü bekliyorsan bizim medya grubumuz biat etmez. Bizim kültürümüzde biat yok. Sen beni susturmaya çalışıyorsun. Bunun adı diktatörlük rejimidir!”
Muhalifler tasfiye edildi
Yıl 2007:
“İktidar aleyhindeki yazılarını yumuşatması” istenen Emin Çölaşan buna yanaşmayınca 22 yıl emek verdiği Hürriyet’ten kovuldu.
Yıl 2009:
Bekir Coşkun, Ankara’dan gelen bir telefonla sembolü haline geldiği Hürriyet’le yollarını ayırmak zorunda kaldı. Coşkun’un veda satırları anlamlıydı:
“Biat etmeyenleri tek tek asıyorlar... İşledikleri suça bir “suçlu” bulmak gerektiğinde... İlmiği bir başkasının boynuna geçiriyorlar. ”
Yıl 2010:
Necati Doğru “yazarlık çizgisinin önünde tamponlar oluşturan müdahaleler”e dayanamadı ve Vatan’dan istifa etti.
Mine Kırıkkanat “günün şartlarının hassas dengeleri”ne uymayan yazıları yüzünden Vatan’dan kovuldu.
Yıl 2011:
AKP’ye dönük eleştirilerinin dozu giderek sertleşen Cüneyt Ülsever’in Hürriyet’teki köşesi -kendisine bildirilmeksiniz- kapatıldı.
Yazıları haftada bir güne düşürülen Tufan Türenç, sessiz sedasız geri
çekildi.
Ferai Tınç, “hevesim kaçtı” dedi ve sadece Hürriyet’e de değil gazetecilik mesleğine de veda etti.
Star’ın satışı sonra Uğur Dündar gibi bir televizyoncuya, “bütün koltuklar dolu” gerekçesiyle Doğan Grubu bünyesinde yer bulunamadı!
Yıl 2012:
Doğan Grubu’nun keskin muhaliflerinden Özdemir İnce ile birlikte yazıları hafta birer güne düşürülen Hadi Uluengin ve gazetenin eski Genel Yayın Yönetmeni Rahmi Turan gönderildi...
Karikatürist Latif Demirci artık çizen değil, üzeri çizilen isimdi...
“Bizim kültürümüzde biat yok” diyen Doğan, siz söyleyin, “Ne yapayım köşe yazarı, hakim olamıyorum” diyemezsin. “Sen bunun sorumlususun arkadaş” diyeceksin. Köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. “Kusura bakma kardeşim bizim dükkanda sana yer yok” diyeceksin” diyen Erdoğan’ın sözüne gelmiş mi, gelmemiş mi?
Biat etmiş mi, etmemiş mi!
Kıssadan hisse, Necati Doğru, medya-siyaset ilişkisine dair çok basit bir kriterinden bahsetmişti:
“Sen patron gidip “Bana rafineri izni ver” demezsen Başbakan da sana kimi kovacağını söyleyemez!”
Yandaşlara ilan yağdırdı
Önceki gün “Trump Towers”ın açışında Tayyip Erdoğan “Doğan ailesine”, Aydın Doğan da “Sayın Başbakan ve Muhterem Hanımefendiye teşekkür ediyor”du!
Erdoğan, merkez medyayı kendisi için “dikensiz gül bahçesine” çevirenlere teşekkür edebilir, edecektir elbette de Doğan’ın teşekkürü nedendi anlayabildiniz mi?
“Sisteme” yeniden dahil edildiği için olabilir mi!
Aynı soruyu dün “Trump Towers” ilanıyla ihya edilen gazeteleri gördüğümde de sordum kendi kendime; bu teşekkür ne diye?
Doğan merkezdeki “sabun köpüğü haberciliği” yapan gazetelerle bilrikte reklam pastasının en büyük dilimini “yandaşlara” pay etmişti. (Bir iki de “tatlı su muhalefeti” yapan gazete vardı listede...)
Erdoğan “Doğan defterleri”ni açsın diye tempo tutan Taraf’a mesela...
Kavga ettikleri günlerde Erdoğan’ın ağzından konuşan ve “Bizi izlemeye devam edin” diye manşet atan Yeni Şafak’a...
Sıkı durun... Adı Vakit iken, mahkemelik olduğu, kendisini “pornocu, gözü doymaz, akaryakıt kaçakçısı, oyun ve tezgah peşinde olan, hükümete şantaj yapan” diye tanımladığı gerekçesiyle ihtiyati tedbir koydurduğu Akit’e!..
Yanlış anlaşılmasın, kimsenin aldığı reklamda gözümüz yok... Tersine gazetelerin reklam alması, sektörün ekonomik açıdan güçlenmesi sadece mutlu eder bizi... İşaret etmek istediğimiz Doğan’ın ilanlarını pay ederken ortaya koyduğu tercihi;
Vakit’e veriyor, Bugün’e veriyor, Milli Gazete’ye veriyor da neden Ortadoğu’ya vermiyor mesela?
Rasgele yapılan seçimler mi!
Aksine bana kalırsa son derece kritik, stratejik bir tercihin göstergesi... Sermayenin saf tuttuğu yerin neresi olduğunun ve neresi olmadığının göstergesi!
Coşkun ayrılığının ardından “Türkiye’de artık yeni bir sistem kuruluyor. Silindir gibi herkesi ezerek geçiyor. Kendinden olanın yaşamaya hakkı var sadece” demişti ya, “Trump Tower” ilanlarının dağılımı, “Yeni Türkiye sistemi”nde “milliyetçilere” yer olmadığının işareti!
Altaylı haklıymış meğer
Fatih Altaylı, Erdoğan’la kavgası sırasında “Aslında bir gazeteci olarak benim burada Aydın Doğan’dan, yayıncıdan yana tavır almam gerek.
Ama Aydın Doğan’a “Gazeteci” demek mümkün mü?
Onlar için haber demek, Aydın Doğan’ın çıkarları demek.
Medya aracılığıyla bilek bükmek, haksız rekabet yapmak, ticari avantaj sağlamak demek.
Bunun için ben burada Aydın Doğan’ın tarafında olamıyorum.
Çünkü bana göre Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumun en büyük sorumlusu Aydın Doğan ve onun medyayı kullanma biçimi.” dediğinde “zamanı mı şimdi” demiştim...
Tam zamanıymış meğer...
***
Tayyip Erdoğan “towers”ı beğenmeyince Türkçeleştirip “kule” dediler.
Bir yapının “kule” olabilmesi için yükseklik algısı yaratıyor olması gerekli.
İktidara kurban edilerek, işinden gücünden edilen onca köşe yazarını düşününce; gazeteciliğin gömüldüğü yer “kule” olabilir mi!
Olur belki; ama ancak “biat kulesi”!
Hürriyet “Dünyada eşi görülmemiş ceza” manşetiyle çıkmıştı “Üç milyar yedi yüz elli beş milyon Türk lirası” vergi cezasına çarptırıldığı günün ertesinde...
Dün de “Dünyada eşi görülmemiş ödül” diye başlık atsalardı keşke..
Atatürk’ü gizleyebilirsiniz, peki ya zihniyetinizi nasıl gizleyeceksiniz!
Anadolu Ajansı, Atatürk’ün kurumun internet sitesinin logosundan çıkarılmasına sert tepki gösteren Milliyet yazarı Melih Aşık ve Aydınlık yazarı Mehmet Faraç’a açıklama yollamış. Özetle şöyle:
“... Anadolu Ajansı 6 Nisan 2012’de 92. Kuruluş Yıldönümü’nü kutlarken pek çok yeniliğin yanı sıra yeni logo ve kurumsal kimlik tasarımını uygulamaya başlamıştır. Sitemizin ‘Künye’ ve ‘Tarihçe’ bölümlerinde Kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk genişçe yer almaktadır.” Aşık, istediği cevabı alamamış olmalı ki soruyor:
“Kuruluşun 92. yılında böyle bir değişikliğe acaba neden gerek görüldü?”
Açıklama Faraç’ı da tatmin etmemiş. “Güler misiniz, ağlar mısınız?” dediği dünkü yazısını şu manidar satırlarla noktalıyor: “Kemal Öztürk, “Mir Mahmut Rıza” takma adıyla içinde galiz küfürler geçen kitaplar yazabilir!..
Ekmek yediği ajansın kurucusu olan Atatürk’ü, kurumun internet sitesinin bilmem neresindeki künye ve tarihçe bölümüne sinsice gizleyebilir de..
Ancak soylu bir ajansın bugünlerde hangi kafayla yönetildiğini gizleyemez!”
Maskeli “ceberrut”
Fehmi Koru’nun, şehir tiyatroları yönetiminin sanatçılardan belediyelere devrine değindiği yazısının başlığının “Muhafazakarlık ceberrutluk değildir” olduğunu görenler pek memnun oldu. Yazı “Koru bile tepki gösterdi” denilerek siteden siteye yayıldı. Bu arkadaşlar yazıyı sonuna kadar okumamış olmalı. Koru “Niye sanata müdahale ediyorsunuz” demiyor ki; “Muhafazakârlık, müdahaleyi bile ‘estetik’ bir üslupla yapmayı gerektirir” diyor! Benim anladığım Topbaş ve ekibine, kendisinin gazetede yaptığı gibi “çift kimlik” kullanmalarını tavsiye ediyor, “kılıfına uydurun” mesajı veriyor!
BASINDAN SEÇMELER
Milletvekillerini kim, neden, nasıl dinledi?
İdris Naim Şahin TBMM kürsüsünden ’BDP’li milletvekillerinin telefonda konuşurken kendi aralarında Nevruz kutlamalarının yasaklanmasından memnun olduğunu söylediklerini’ iddia etti. Yani devlet, milletvekillerinin kendi aralarında yaptığı telefon konuşmalarını dinlemiş ve İçişleri Bakanı’na iletmiş, o da bunu Meclis kürsüsünde söylemekten çekinmiyor. Hatta siyasi olarak kendini savunmak için bu dinleme kayıtlarını kullanıyor. Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde bu tür bir dinleme, siyasi skandal ve suçtur. Bunu resmi olarak yapmak bir nevi Törkiş Watergate’tir.
Bu sadece BDP’lilerin mağdur olduğu ve onları ilgilendiren bir konu değil. Tüm siyasi sistemin dibine dinamit koyacak kadar önemli bir iddia.
Cüneyt Özdemir / Radikal
AKP lokumu(!)
Gazetecisi ve milletvekili: Tutuklu.
Askeri: Ya Hasdal, ya Silivri cezaevinde veya şehit!
Medyası: Yüzde 92’si iktidara bağımlı.
Yargısı: İktidara uygun marş marş yürüyüşte.
Futbolu: Şaibeli.
Mizahı: Sansürlü.
Türkiyemiz dışarıdan bakanlara lokum...
Ya içi?
Cüneyt Arcayürek / Cumhuriyet
Aydınlık’ta...
Doğan Grubu’nun “kurban” verdiği son yazarlardan biri olan Özdemir İnce Aydınlık gazetesiyle anlaştı. İnce yazılarına 23 Nisan Pazartesi günü başlayacak..
Yorum Gönder