Yakın günlerin sabahlarından birine askeri marşlar, kahramanlık türküleri arasında uyanmak...
Böyle bir endişenin büyümesi için sebepler çoğalıyor.
Başbakan’ın dün Çin’den yankılanan sesi çizmelerini giymiş bir komutan çağrışımı yapıyordu:
“Bir sınır ihlâli olması halinde Türkiye ne yapmalıdır? Başka ülkeler ne yaptıysalar tabii ki Türkiye de sonunda onu yapacaktır. Bu bize uluslararası hukukun tanıdığı bir haktır. Çok açık, net bir sınır ihlâli oluşmuştur; bu da ortadadır!”
Türkiye ABD’nin politikalarına paralel bir tutum izliyor. Suriye’nin başındaki despotun her fırsatı zaman kazanmak için kötüye kullandığını, yalancı olduğunu, özgürlük isteklerini sonuna kadar ezip boğmadan durmayacağını düşünüyor.
Farkımız şu: Obama seçim şansını tehlikeye sokmamak için savaş riski almayı düşünmüyor.
Ama Türkiye, meşruiyeti tartışılmayacak ilk fırsatta sanki tek başına bile olsa Suriye’ye girecek!
Türkiye’ye tuzaklar
Uluslararası hukuk ve anlaşmalar böyle bir imkânı veriyor mu?
Batı başkentleri ve medyası, şüphe uyandıracak biçimde Türkiye’yi cesaretlendiriyor.
Mesela Wall Street Journal geçen hafta Türkiye’nin Suriye’ye girme planının hazır olduğunu yazmıştı. Gazeteye göre Türkiye 2005 yılında BM’nin kabul ettiği “Koruma Sorumluluğu Doktrini”ni kullanarak harekete geçecektir.
Söz konusu ilke, soykırım, insanlık ve savaş suçları ile etnik temizlik durumlarında ülkelere, BM Genel Kurulu’nun onaylaması şartıyla müdahale yetkisi veriyor.
Aynı gazeteye dün konuşan bir Amerikalı yetkili, sınır ihlâlleri devam ederse Türkiye’nin “NATO üyesi olmayan bir ülkeden topraklarıma saldırı var” diyerek NATO’nun ortak savunma protokollerini devreye sokabileceğini savundu.
ABD 2001’de ikiz kulelere yönelik saldırı üzerine bu hakkını kullanarak Afganistan’a NATO operasyonu gerçekleştirmişti.
Batı ülkeleri TV’lerinde diplomatlara ve uzmanlara “Türkiye’nin Suriye’ye askeri harekât yapması gerekmiyor mu?” sorusunun her gün artan bir sıklıkla sorulduğunu izliyoruz.
Pusudaki tehlikeler
Türkiye böyle bir beklentiyi ne düşünerek oluşturdu?
Gerçekten savaş dışındaki tüm çözümlerin tükendiğine mi karar verdik yoksa bu görüntünün korkutuculuğunu kullanarak Esad yönetimini barışa razı edeceğimizi mi sanıyoruz?
Anlamak kolay değil.
Ama iktidarın, savaş sorumluluğunu takdir edeceğini, Suriye’yi kan girdabına çevirecek bir iç savaşın müsebbibi olmaktan Türkiye’yi koruyacağını, yabancı bir ülkeye müdahalenin bize mutluluk, zenginlik ve güvenlik olarak geri dönmeyeceğini hesap edeceğini umuyoruz.
Devlet adamlarını zaman zaman tarihe fatih olarak geçmenin ihtirası yoldan çıkarabiliyor.
Böyle bir gafletin bedelini asla ödeyemeyeceğimiz bir geçitte olduğumuzu kafamıza dank edecek yığınla sebep var şu anda.
Ama BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Neşe Düzel’e yaptığı şu açıklama bile, kumar hevesine kapılacak olanları durdurmaya yeter:
“Irak bölünürse bağımsız Kürdistan devleti oluşacak. Suriye’de de özerk Kürdistan oluşabilir. İran’da zaten Kürdistan eyaleti var. Bu durumda Iğdır’dan Hatay’a Türkiye’nin tüm güney sınırları resmen Kürdistan olacak!”
Yorum Gönder