Cumhuriyet yazarı Mine Kırıkkanat, ın 4 Mart 2012 yazısı :
Erkeğin Tahtı Hiddet, Kadının Bahtı Şiddet
Türkiye’de siyasal erkin üzerinde çekincesiz fikir birliğine vardığı belki de tek konu, kadın cinayetlerini önlemek ve kadınları dövmek ya da öldürmek için peşine düşen erkekler(in)den korumak gerektiği. Muhalefetin önem verdiği kadına yönelik şiddetle mücadelede, başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, AKP iktidarının içtenlikle çaba gösterdiğine ve sonuç almak istediğine kuşkum yok.
Ancak, bugüne kadar harcanan tüm çabalar salt iki önleme yoğunlaştı: Kadına şiddete yasaların öngördüğü cezaları arttırarak “erkeği suç işlemekten caydırmak” ve alarm sistemi geliştirerek “kadını saldırıdan korumak”.
Oysa nedeni, niçini irdelenmeyen, kaynağına inilmeyen, kısaca doğru teşhis konulmayan hiçbir soruna uygun çözüm üretilemez, sonuç alınamaz. Toplumsal yargılar, yasalarla değişmez. Sosyal algılar, cezai yaptırımlarla önlenemez. Koşullanmış zihinler, yasakla delinemez.
Son yedi yılda yüzde 1400 artan kadın cinayetlerinin üstüne her gün katlanarak eklenen yenileri; dövülen, sövülen, taciz ve tecavüz edilen kadın nüfusunun korkunç bilançosu da aynı zaman diliminde genişleyen “muhafazakâr toplum” niteliklerinden soyutlanamaz!
***
Türkiye’de kadına şiddetin, toplumun “muhafazakârlaşması”yla düz orantılı arttığını görmemek için kör olmak gerekiyor. Ama ülkemizde “muhafazakârlık”, çok uzun süredir din değerlerine bağlılık olarak tanımlandı ya da indirgendi. Bu eksik tanım, salt din tınısını taşıdığı ve tabusunu barındırdığı için, kadına şiddetin toplum muhafazakârlaştıkça arttığı gerçeğini görünmez, görünse bile söylenmez kılıyor.
Muhafazakârlık öylesine dindarlığa endeksli bir baskı ki, artık “toplumsal duyarlığı” incitmemek adına, sözcüğün öz Türkçesi, “tutuculuk” bile denilemiyor...
Hepimizin bildiği gibi nedeni görmezden gelinen soruna tepeden inme hiçbir çözüm, yasak, ceza çare olamayacağı için de toplum muhafazakârlaştıkça artan kadına yönelik şiddet, önlenemiyor ve önlenemeyecek.
Dindarlık anlamında muhafazakârlığın, İslamiyet özelinde erkeğe kadının üzerinde tanıdığı hak, üstünlük ve sahiplik olgusu, salt Türkiye’de katlamıyor kadına yönelik şiddeti. Dindarlığın arttığı tüm Müslüman toplumlar da aynı ivmeyi izliyor.
2011 Kasım ayında, Mısır Baharı’nın simgesi Tahrir Meydanı’nda iki kadın gazetecinin ırzına geçildi. Gösterileri izleyen CNN International ve France 3 muhabirleri, ahalinin ortasında toplu tecavüze uğradı. Dünya medyaları, Mısır’daki tüm kadın muhabirlerini geri çağırdı. Derken, ordu duruma el koydu. Bu kez, hepsi Mısırlı Müslüman on genç kadın, askerler tarafından “bekâret kontrolü” gerekçesiyle gözaltına alınıp dört gün süreyle ırzlarına geçildi. Bu kadınlardan yalnızca biri, hem de türbanlı Samira İbrahim yasal şikâyette bulundu, orduya karşı açtığı davayı kazandı. Tecavüzcüler bulunamadı, ama gözaltında “bekâret kontrolü” yasaklandı. Ne var ki Samira İbrahim, o gün bugündür ölüm tehditleri alıyor ve yabancı basına konuşma yasaklı. Zaten Tahrir Meydanı’ndaki halk devriminden de demokrasi çıkmadı, ama seçim sandığından yüzde 47 oy çoğunluğuyla Müslüman Kardeşler’in “Özgürlük ve Adalet Partisi” çıktı.
***
Oysa 1930’lu yıllarda bikiniyle denize girilen Kahire’de, artık kadınlar ve erkekler metroda ayrı vagonlarda yolculuk ediyor. Evlenmeden cinsel ilişki hem yasal hem toplumsal anlamda yasak. BM raporlarına “kadın tacizinde dünya birincisi” olarak geçen Mısır’da dinsiz yok, herkes az ya da çok dindar, ama sokakta, işyerinde, elle, sözle sarkıntılık önlenemiyor. Uğradığı taciz ve tecavüzü ihbar eden kadın “kuyruk sallamıştır” diye kötüleniyor, karalanıyor. “Sahibi” kocasına itaat etmeyen, ayrılmak isteyen ya da seçilen kocayla evlenmeyi reddeden kadın, tıpkı Türkiye’deki gibi dövülüyor, öldürülüyor.
Demem o ki, bir yandan kadına şiddetin yasal caydırıcılık ve alarm zilleriyle önlenmeye çalışıldığı ülkemizde, öte yandan 4+4+4’lük eğitimden “modern Müslüman” gençlik damıtmak projesi, yangına körükle gitmektir.
Kızları eve kapatıp, oğlan çocuklarını topyekûn imam hatip rahlesinden geçirmek herhangi bir şiddeti önleseydi, Afganistan dünyanın en sakin ülkesi olurdu.
‘G’ NOKTASI
Türk Lirası’nın simge tanıtımı görkemli yapıldı. Başbakan Erdoğan’a göre “çıpa”ya benziyor. MB eski başkanı Durmuş Yılmaz’ın hanımına göre “tırpan”a.
Bir de ne görelim?
TL’nin logosu, Ermeni para biriminin neredeyse tersten çizilmişi!
Oysa başka bir simge, daha bir ay bile olmadı ki benzer benzerliğe çoook daha uzak bir benzerlik dolayısıyla, tedavülden kaldırıldı: Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Yönetim Kurulu, oybirliğiyle aldığı kararla, kampustaki aslan ve kartal heykelini, Ermenistan Cumhuriyet armasına benzediği gerekçesiyle yerinden söktürdü.
Şimdi herhangi bir yönetim kurulundan cesur bir karar daha bekliyorum:
Ya TL’nin simgesini Ermeni Drahması’na benziyor diye iptal kararı alınsın ya da Dumlupınar Üniversitesi kampusundan kaldırılan heykel, tersine çevrilip yerine konulsun!
Ama oybirliğiyle.
“Kuşku değil, emin olmak delirtir.”
FRIEDRICH NIETZSCHE
Yorum Gönder