Bir acıyı dindirecek çareyi bulamadan bir başkasının içine düşüyoruz. Bir hafta içinde 40′a yakın vatan evladını kurban alan terör saldırılarının hemen ardından gelen Van depremi yüreklerimizi dağladı. Depremle birlikte yine gördük ki, aslında öldüren deprem değil çarpık kentleşme, bilgisizlik ve bilinçsizlik; ve en önemlisi hırsızlık, sahtekârlık.
Van depremi hepimizi acıya boğarken, Kürt sorunu konusunda iktidar yalakalığı için her türlü sahtekârlığa kalkışan sözde demokrasi âşıklarının da imdadına yetişti aslında.
Eğer Van depremi olmasaydı, dünkü ve muhtemelen bugünkü yandaş gazete manşetlerinde yine iktidarın nasıl imha operasyonu yaptığını okuyacak, televizyonlarda izleyecektik.
Düne kadar Apo’nun serbest bırakılmasını, özerk yönetim olmasını, Kürtçe’nin eğitim dili olarak kullanılmasını isteyen ve “demokrasi aşkı” ile Türkiye’yi yerden yere vuranlar bir anda intikamcı kesiliverdi.
Bu ne şehvettir böyle anlamak mümkün değil.
Akıllı bombalar teröristlerin korkulu rüyası olmuş örneğin.
Cellat’ın peşine düşen askerimiz destan yazıyormuş.
Katiller kıskaca alınmış, birer birer öldürülüyormuş.
Kesin netice alınana kadar imha operasyonu sürecekmiş.
Tepenin hesabını ovada görmüşüz.
Bir gün öncesinin “demokrasi âşıkları” toplumda esen öfke rüzgârının önünde yelkenlerini açan ilk kişiler oluverdi bir anda.
“Analar ağlamasın” diyenler bir anda “Sonuna kadar” çığlıkları atmaya başlayıverdi.
Neden? Çünkü iktidar içi boş Kürt açılımı yapmaya kalktı ve çuvalladı. Sıfır terörden her gün 10 şehit aşamasına gelindi. Çaresiz kalınca “şahin” politikalar devreye girdi. Halkın kabaran öfkesini dindirmek için “gaz alma” operasyonlarına hız verildi. Yandaş ve yalaka medyanın bunu desteklemekten başka çaresi var mı?
Yok tabii. Durumdan vazife çıkararak hepsi birden “kana kan, intikam” pozisyonuna geçti.
Van depremi yandaş medyada oluşan bu yeni faşist zihniyeti şimdilik ve kısmen önledi. Depremin acısı öne çıktı. Ceset ve kan görmek isteyen haberlere ara verildi.
İktidara artık hiç kızamıyorum bile. Çünkü en azından terörle mücadele ile ilgili hiçbir fikirleri olmadığını itiraf ediyorlar. Sürekli muhalefete çağrı yaparak “Öneri getirin” diyorlar. Çünkü kendi çapları ancak devletin olağan refleksleri kadar. Başka bir alternatif düşünmüyorlar, düşünseler de bulamıyorlar.
Ama sürekli “çözüm” diye tutturan, “demokratik açılım” diyen, her gece halkın kafasını muhallebi gibi yapmak için Türkiye’yi yerden yere vuran, sorunu çözmek için kafa patlatanları faşistlikle, darbecilikle suçlayan bir güruh var ki, işte onlar işledikleri günahların bedelini bir gün mutlaka ödeyecekler.
*****
Kurallar büyük kentlerde geçerliymiş
Ağustos 1999 depremi hepimize ders olmuştu. Güya tabii. Ama o günden bu yana iktidarda olanların haklarını da yemeyelim. Hiç olmazsa inşaat sektörüne bir çekidüzen geldi.
Yeni kurallar oluşturuldu, inşaat yöntemleri yeniden belirlendi ve çok sıkı denetimler başladı.
Öyle ki yeni bir bina yapmak mimar ve mühendislere özellikle de müteahhitlere hayatı zehir eder hale geldi.
Hepsi doğruydu, gerekliydi. Ve bizler yeni binaların yeni kurallara göre yapıldığına, gerçekten sıkı denetim uygulandığına inandık.
İstanbul’un ve birçok kentin her yanından mantar gibi biten dev inşaatların 10 şiddetindeki bir depreme bile dayanacağından emin olduk.
Ama gelin görün ki, bu kurallar sadece büyük kentler için uygulanıyormuş. Denetimler buralarda yapılıyormuş.
Van depremi bu acı gerçeği bir kere gözümüzün içine soktu.
Van ve çevresinde yıkılan yüksek katlı binaların hepsi 1999 depreminden sonra yapılmış. Ama hepsi yerle bir oldu. Demek ki ne yeni kurallar uygulanmış ne de denetimleri yapılmış.
Geçmiş yıllarda böyle büyük depremlerden sonra “fakirlik, cehalet, duyarsızlık” konuları ön plana çıkar, derme çatma yapılan evlerin yıkılmasının kaçınılmaz olduğu anlatılır, kamuoyu “zavallı halkın” acısına ortak olurdu.
Oysa şimdi görüyoruz ki kerpiç evler yerinde dururken deprem yönetmeliğine göre yapılmış yepyeni binalar un gibi dağılmış.
Demek ki büyük kentlerde uygulanabilen kurallar, küçük yerlerde oy kaygısıyla bir kenara bırakılıyor.
Büyük bir olasılıkla Van depreminden çıkaracağımız en büyük ders bu olacak.
Peki bir ders almak için bu kadar ağır bedeller ödetilmesinin bir sorumlusu yok mu?
*****
Psikolojik baskı herkesi ezdi
Hakkari ve Çukurca’daki kanlı PKK saldırısının üstüne gelen Van depremi, öncelikle medyanın, ama genelde tüm toplumun üzerinde ağır bir psikolojik baskı yarattı.
Şimdi herkes “duyarlılık” yarışında. Medya bu işin öncüsü. 24 şehitle birlikte yayınlar ağırlaştırıldı, oynak havalı, göbek danslı, şen şakrak kadın programları yayından kaldırıldı. Eğlence programlarının yerine diziler kondu.
Van depremiyle birlikte medyanın tamamı daha önce yapılan “felaketler İstanbul’a yakın yerlerde değilse medya ilgilenmiyor” eleştirilerine nispet olarak anında olay yerine yetişti.
Tabii bu kez de “en duyarlı ben olacağım” veya “en iyi haberi ben vereceğim” telaşıyla bazı enayilikler yapılmadı değil.
Medya kendi gündemini ağırlaştırırken şirketler ve kuruluşlar da niteliği ne olursa olsun her türlü etkinliklerine ara verdi. Ödül törenleri bile iptal edildi hatta Cumhuriyet baloları da.
Bunların hepsi son yıllarda kamuoyunda yine bizzat medya tarafından biriktirilen tepkilerin psikolojik baskısı yüzünden. Yine de bu tepki garip biçimde dinmiyor. Televizyonlar bütün eğlence programlarını kaldırdı bu kez de “Herkes diziye sarıldı” eleştirileri yapılıyor.
Açıkçası şimdi de aslında rekabet adına kendi yarattığımız “kamuoyu vicdanı” altında eziliyoruz.
*****
Van depremi ders mi?
Van’daki depremden sonra “sosyal medya” denilen alanda kıyamet kopmuş. Ben izleyemiyorum ama internet sitelerinden gördüğüm kadarıyla kimileri bu depremi “24 askerimizin şehit olmasının Allah tarafından verilmiş karşılığı” olarak değerlendiriyormuş. Densizliğin bu kadarı yani.
Buna karşı bana da ulaşan ve ilk bakıldığında “aynı” gibi görünen benzer bazı mesajlar var ki, çok ince tepki örneği bunlar.
Çünkü, 1999 depreminden sonra bazı kendini bilmezler “7.4 yetmedi mi?” pankartları açarak, Marmara bölgesinde fuhuş ve zinanın çok arttığını, dinsizlerin cirit attığını ileri sürerek “Bu size Allah’ın uyarısıdır” demişlerdi. Bunu en ileri götüren ise cüppeli diye tanımlanan bir hocaydı. Her fırsatta “kâfirlerin cezalandırıldığını” söylüyordu.
İşte bana gelen mesajlarda bu densizlik hatırlatılarak “Gölcük’te askerler zevk ve sefaya dalmıştı, peki Van’da ne oldu?” diye soruluyor.
Yani burada bir art niyet veya düşünce yok, sadece daha önce densizce söylenmiş sözlere gösterilen bir duyarlılık var. Bu tür mesajları abartanları uyarmak istedim.
*****
Bir doğal afet sonrasındaki, “Nerde bu devlet?!” feryadının artık cevabı var: “Terör örgütüyle konuşuyor.” (Gani Yıldız)
Can Ataklı/VATAN
Yorum Gönder