Aslında bunun için “yazan kişinin de izni” gerekir ama bana kızmayacağını umuyorum, kızarsa da ona hak verecek ve özür dileyeceğim... Mart başından Haziran’ın ilk haftasına kadar “Uğur Dündar-Müjdat Gezen Televizyon Okulu”nda ders verdim. İkinci haftadan başlayarak gerçek stüdyo çekiminden farksız çekimler yaptığımız ve “özgün-farklı televizyonculuğun inceliklerini” konuştuğumuz derslerde son derece yetenekli öğrencilerle karşılaştım ve geçen Çarşamba onların mezuniyet törenine katılarak diploma verdim. İşte beni çok etkileyen mektubu Müjdat Gezen bana o tören sonrası öğrencilerle yenilen yemek sırasında gösterdi. Hayatımda hiç karşılaşmamış olmama rağmen durumuna “en yakın dostum gibi” üzüldüğüm meslektaşım Nedim Şener’in mektubu... Paylaşalım (kelimelerdeki koyu vurgular bana aittir.)
‘BİR TERÖRİST!!’
“Sevgili Müjdat ağabeyim,
Moral veren mektuplarını alıyorum. Benim gibi ‘terörist’ birisini hala okulunuzda görmek istiyor olmanızı yadırgadığımı söylemek isterim. Hayatta tek kuruş vergi borcu olmamış, trafik dahil tüm hukuk kurallarına uymuş, gazeteciliği de bu hukuk kurallarına göre yapmış birisi olarak ‘Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeyi amaçlayan bir silahlı terör örgütü üyesi’ olmak benim için de ilginç bir deneyim. 27 Nisan muhtırasını yayınlayan ve arkalarında 800 bin kişilik ordu bulunan paşalar ise masum. ‘27 Nisan bir muhtıra değil, bir Genelkurmay görüşüymüş’ biliyorsunuz. Şaka gibi değil mi?
Şakadan en iyi siz anlarsınız...
Bir de mizahçıları ‘ciddiye’ almayı öğrendim. Levent Kırca Arena’ya konuk olduğunda bana dönüp dönüp ‘Seni hala almadılar mı’ diye soruyordu, biz de Uğur Dündar ile espri yapıyor diye gülüp durduk, meğer Levent Kırca espri yapmıyor, gerçeği dile getiriyormuş.
Şimdi buna ne demek lazım? En iyisi en kısası ‘Levent Kırca’nın içine doğmuş’ demek.
Keşke mezuniyet töreninde olabilseydim. Ama öğrenciler de benim gibi bir teröristin elinden belge almak istemezlerdi sanırım(...) Sevgilerimle, Nedim”...
TEK BİR GÜN BİLE..
Çok acı değil mi bunlar? Ben onun da “benzer nedenle tutuklanan birçok isim gibi” darbe planıyla filan asla ilgisi olmadığını düşünüyorum, eğer milyonda bir ihtimal olsaydı, “dünyanın en temiz yüzlü darbe plancısı” olurdu herhalde. Yukarıdaki mektupta kendisinin de olup bitene inanamadığı görülüyor, tek bir an düşünün; suçsuz olduğunuza eminseniz ve buna rağmen tutukluysanız, üstelik bir aileniz, küçük çocuklarınız varsa “orada geçen tek bir gün bile” kimbilir ne işkencedir değil mi?.. Nedim Şener’e sabırlar diliyorum.
Yargı “tutukluluğun cezaya dö-nüştüğü” ve insan haklarına saygılı hiçbir ülkede görülmeyecek bu uygulamaya son vermelidir.
Haşim Kılıç ne söyleyecekti?
Haklarında bir mahkumiyet kararı olmayan, hüküm giymemiş, gerçek darbeciler-muhtıracılar-gerçek teröristler-çocuk tecavüzcüleri serbest gezerken “şüpheli durumunda olmalarına rağmen mahkum gibi cezaevinde duruşma bekletilen” seçilmiş milletvekilleri Mustafa Balbay ile Mehmet Haberal konusunda seçim sonrası tartışmalar sürerken Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç “Şu bir iki gün geçsin, bizim de söyleyeceklerimiz var” demişti. 24 Haziran 2011 tarihli haber bu.
Aradan bir haftadan fazla zaman geçti, çözüm yerine çözümsüzlük havası giderek yayılıyor, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın açıklaması olayı doğru yöne çekebilir, tam zamanıdır söyleyeceğini söylemenin.. Neydi acaba, öğrenebilir miyiz?
Vurdumduymaz değil miyiz biz?
Geçen hafta “Kadının Fendi” isimli film, Akmerkez’in yeniden dekore edilen harika sinema salonlarından birinde izledim. 60’lı yıllarda Ford firmasının araba döşemesi diken kadın işçilerinin başlattığı “eşit işe eşit ücret” protesto ve grevlerini ve sonucunu anlatıyordu. Daha henüz dünyada esaslı bir kadın hareketi başlamamasına rağmen o yıllarda bile bu eylem İngiltere’de ülke çapında desteğe ulaşıyor ve başta tamamen imkansız görünen bu talebi sonunda Ford kabul etmek zorunda kalıyor. Kısa süre sonra aynı şartlar bütün kuruluşlarda uygulanmaya başlanıyor.
Ama bu noktaya gelinmesi için “medya” tam desteği veriyor, kadın erkek herkes destekliyor, bir kadın bakan “başbakanın uyarılarına ve Ford’un tehditlerine rağmen” herşeyi göze alarak protestocu kadın çalışanlarla konuşarak destek oluyor da öyle kazanılıyor dava. Bizde ise “çocuk ve kadın hakları, onların uğradığı şiddet haksızlıklar”dan “sokak hayvanlarının perişanlığı, koruma ve kontrol”e kadar hangi konu olursa olsun sadece bundan rahatsız olan kuruluşlar veya sivil örgütler ortaya çıkar. Diğer kuruluşlar, parasını nereye saçacağını bilemeyen zenginler, bakanlar-milletvekilleri, topluca medya çıkmaz ortaya..Öylece film gibi seyrederler “başka birilerinin bir şeyler yapmak için çırpınmasını”...
NE OLMUŞ, NE OLMUŞ?
2002 öncesinde TCK ve Medeni Kanun’a “kadın ve çocuk haklarına aykırı maddeler girmesin” diye kadın kuruluşları ile gece gündüz uğraşırken, iki hukukçu “çocuk ve kadınlar aleyhinde” akıl almaz maddeleri yasalaştırmaya çalışırken de gördük bunu.. Türk Kadınlar Birliği Başkanı Sema Kendirci’nin o en zor günlerde yazdığı ve “İyi ama Ruhat Hanım medya nerede, onları hiç mi ilgilendirmiyor” diye sorduğu mektubu yayımlamıştım. Bugün maalesef durum aynı...
Ne kadın cinayetleri, ne çocuk tecavüzleri ne de sokak hayvanlarının işkence gibi yaşaması veya ölümü “kim kiminle evlenmiş haberleri kadar” bile ilgilendirmiyor onları. Bir iki kişi dışında... Ama eğer baksalardı, eğer bir şeyler yapmaya çalışanları yalnız bırakıp seyredeceklerine, köşesinden tutup onlar da yazmaya başlasalardı (örneğin “kadın ve çocuk tecavüzleri, kadın cinayetleri” ile ilgili Meclis önünde eylem yaptığımızda destekleyen TV kanalları gibi yazılı basın da konuyu ele alsaydı) bu sorunların hepsi kısa sürede çözülebilirdi.
ELİNİZİ TAŞIN ALTINA KOYUN!
İnsanın içi acıyor bu vurdumduymazlığa, ilgisizliğe..Ama vazgeçmeyeceğiz tabii, yine bir avuç insan da olsak mücadeleye devam edeceğiz, elbette yürekli, iyi niyetli ve çözüm üretecek birileri duyacaktır sonunda!
Şişli Belediyesi ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden “sokak hayvanlarını koruyacak parklarının” açılış tarihi ile ilgili bilgi bekliyoruz. Ayrıca belediye parkları hemen geceleri tinercilerin,içkicilerin mekanı oluyor, belediyeler “gece bekçileri koyarak” bunu önlemek zorundadır.
Yorum Gönder