Yeryüzündeki bütün mücadelelerin anası, özgürlük mücadelesidir.
İnsanoğlu, aklını, bedenini özgür kılabil-
diği ölçüde demokrasiyi, adaleti, eşitliği, bilimi üretti. Çoğu zaman da aklını özgür tutabilmek için bedenini feda etmek durumunda kaldı.
İnsanlık tarihinin bütün sayfalarını, yeryüzündeki bütün mücadelelerin taraflarını bir cümleye indirmek gerekirse şöyle söylenebilir:
Özgürlükten yana olanlar ve olmayanlar.
***
Örneğin Osmanlı’nın binlerce sayfaya sığmayacak 19. yüzyıl son çeyreğinin gerçeği şudur:
Baskıcı Sultan II. Abdülhamit’in uygulayıcıları ve “hürriyet şairi” Namık Kemal’le özetlenebilecek mücadele insanları...
Bir aydın, ülkesinin geleceğini her şeyin önüne koymuşsa, ne pahasına olursa olsun gerçekleri yazmayı ilke edinmişse, yeri devletin çok önemli bir katı da olabilir, devletin en zalim zindanı da...
Yönetimi eleştiren yazıları nedeniyle Namık Kemal’in gazetesi İbret sık sık kapatıldı. Kapatmak yetersiz kalınca 1873’te tutuklanıp Magosa Zindanı’na kapatıldı. Burada yattığı 38 ayda en önemli eserlerini üretti.
Aynı Namık Kemal, 1876’da Şûrayı Devlet üyesi oldu, Kanunu Esasi’yi (anayasayı) hazırlayan kurulda yer aldı.
Aynı Namık Kemal, 1877’de tutuklandı. 5 ay sonra serbest bırakıldı. İstanbul’dan uzak tutmak için Midilli’ye gönderildi.
Tutuklama nedeni şuydu:
“Padişahı devirmeye teşebbüs etmek!”
Ama suçun delili yoktu. Bir jurnal üzerine tutuklanmıştı.
İddiaya göre Namık Kemal, bir dost meclisinde, “Hurma ile kuru üzüm karıştırılır, üç kere kaynatıp koyulaştırılınca, güzel olur” demişti. Namık Kemal’i tutuklayanlar bu sözü şöyle delillendirmişlerdi:
“Şahıs burada, Abdülhamit’ten önceki iki padişah indirildi, üçüncüsü de indirilirse iyi olur, demek istemiştir.”
48 yıla onca mücadeleyi ve eseri sığdıran Namık Kemal, Silivri’nin az ötesinde yatıyor. O bugün vatan ve hürriyet şairi olarak yaşıyor ama ona kıyanlardan geriye kıymık yok.
***
Türkiye bugün de görünümü farklı ama özü benzer bir süreçten geçiyor.
Tartışma şu:
Henüz suçlu olup olmadığı kesinleşmemiş insanlar hapiste tutulsun mu tutulmasın mı?
Ortaçağda krallar tutuklamayı bir ceza olarak uyguluyorlardı. Ama daha dürüstçe. Kral, düşüncelerini beğenmediği bir kişi için şu emri veriyordu:
“Onu hapse atın, yargılayıp yargılamayacağıma sonra karar vereceğim.”
Belli bir süre hapiste kaldıktan sonra serbest bırakılıyordu ya da yargılama yapılıyordu.
Bugün ise 21. yüzyıl Türkiyesi’nde, yargılıyormuş gibi yapıp hapsetme uygulaması var.
Bazen kamuoyunca tanınan birkaç kişinin yaşadığı böyle bir haksızlık, aynı zalimliğin kurbanı olan binlerce kişinin durumunu gündeme getirebilir. O birkaç kişi etrafında dönen tartışma, sorunun büyüklüğünün ortaya konmasını sağlayabilir. Böylece kökten bir çözüm süreci başlayabilir.
Bunu diliyorum...
Meclis’teki yemin törenini, hücremde demir parmaklıklara yaslanarak izledim. 18.45 sıralarında sıra İzmir’e geldiğinde içimde bir heyecan dalgası kabardı. Adımla birlikte alkışları duymak özgürlük gibi bir şeydi.
Bugünler de geçecek, arkasında iki kesim bırakacak:
Özgürlükten yana olanlar ve tutsaklıktan yana olanlar.
Özgürlüğü alkışlayanlara selam olsun...
Yorum Gönder