“Niye bu kadar karamsarsın?” diye çıkışıyor kimi okurlarım!..
Sanki kendileri pek mi iyimser? Nerde o aydınlık, gösterseler de ben de görsem...
Dört yıldır tutuklu olarak cezaevleri hücrelerinde yatmakta olan binlerce yurttaşı görmemek için, gözler kör, kulaklar sağır, vicdanlar kapalı olmalı...
Hele, Türk’ün en güçlü yanı olan silahlı kuvvetlerinin birkaç savcı, bir-iki yargıç karşısında yıllardır hesap vermeleri ya da verecek bir hesabı olması ya da olmaması...
***
Gün geçmiyor bazı gazetelerde bir fırtına koparılıyor, uyduruk bir gazete muhabiri elinde dosyalarla meydana çıkıyor, o dosyalar önce orda burda yayımlanıyor, sonra savcıların eline geçiyor, derken uzun mu uzun iddianameler yazılıyor, kırk yıllık, yüzyıllık suçlamalar yapılıyor, idam cezası yasaklandığı için insanlara uzun mu uzun mahkûmiyetler yaratılıyor...
“Bir belge bulduk” diye feryatlar!.. Derken birkaç subay daha yakalansın!.. Ama o belge nedir, içinde ne yazılı, hangi darbenin kışkırtılması var, hem nerde, nasıl yapılacakmış!.. Hepsi saklı, hepsi okurdan, yurttaştan uzak... Biri bile mahkemelerde açıklanmıyor. Kişiler “suçum ne?” diye bağırıyor, ama kimse “senin suçun büyük” demekten başka bir şey söylemiyor! Suç muç yok, hepsi uydurma, diye düşünüyor aklı başında olanlarımız...
***
Peki ne isteniyor, bütün bu kargaşanın ortalığı allak bullak etmesinden kimin çıkarı var? Kim ne elde edecek? Seçimlerde büyük oy kazanmayı bekleyen ve de kazanan politikacı kadroları mı? Ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin birkaç parçaya bölünmesini isteyen dış düşmanlar ya da sözüm ona dostlar mı?
“Türk’ün dostu yok” derdi büyüklerimiz... Hatta Türk Türk’e dost değildir, diyenler de vardı. Gide gide Türklüğümüzü de yitirmeye başladık. Yasalarda anayasada “Türklük” sözcüğünü kaldırıp “Türkiyelilik” diye bir uyduruk sözcük koymaya kalkıştık!
***
Bir gün hesap sorulacak diye umutla bekleşenler var. Bana “karamsarsın” diye yazanlar, işte böyle arkadaşlar. Bir gün, bir gün diye bekleşiyorlar. Ama o gün bir türlü gelmiyor, geleceği de kuşkulu...
Bugün temmuzun ilk pazarı!.. Yılın en güzel ayındayız. Denizler seni çağırıyor; kıyılar, dostlar, dostluklar, güzellikler... Bir şarkı dinlemek, bir şiir okumak, güzel düşlere dalmak, sevmenin-sevilmenin tadını duymak...
Ama olmuyor, olmayacak! Üç yıldır “içer”deki Balbay, Haberal, Alan, daha nice nice değerli insanımız, üstelik yurttaşın oylarıyla milletvekili seçilmiş olanlar bile şu güzel temmuzun tadını duymaktan koparılmış... Milletin oyu yetmiyor, eskimiş yasaların, köhneleşmiş anlayışların gücü ağır basıyor! Haksızlıkların, yanlışların ortadan kalkacağı bir günü beklemenin yarattığı öfke, günden güne zincirlerini kırmak istiyor!..
***
Gel de güzel şeyler yaz! Bir şiir, bir öykü... Elim gitmiyor tuşlara! Kırk yıllık yazı makinem bile başkaldırıyor, sırası mı güzelliklerden söz etmenin der gibi. Ya sizler, sevgili okurlar, siz ne dersiniz, siz?..
Yorum Gönder