Lafa gelince AKP iktidarının büyük demokratik adımlar attığını, ülkeye özgürlük ve demokrasi geldiğini söylüyorlar.
Hele en revaçta olan laf “askeri vesayet bitti artık.”
Peki zihniyet? Oradaki vesayet bitti mi? Ya da bitmesi olanaklı mı?
Tam tersine, laf olarak ne kadar demokratikleşiyorsak, uygulamalar o kadar geriye gidiyor.
Güya vesayet yok, buna karşı garnizon zihniyeti neredeyse tüm sivil hayatımızı esir aldı.
Bugün bunlardan sadece üniversitelerin durumunu ele almak istiyorum.
Üniversitelere yolunuz düşüyor mu?
Ben zaman zaman toplantılar, paneller ya da öğrenci sohbetleri için çeşitli üniversitelere gidiyorum.
İnanın bir üniversiteye mi giriyorum yoksa bir garnizon kapısında mıyım, çoğu kez anlamıyorum.
Hele özel üniversiteler.
Hepsi birer genelkurmay başkanlığı sanki.
Binaların etrafında genellikle siyah giyimli, bellerinden cop sarkan görevliler geziyor.
Ana kapıda durduruluyorsunuz. “Nereye?” diyor görevli.
Nereye olacak, üniversiteye.
Sonra ikinci soru geliyor?
“Neden gelmiştiniz?”
Elinin körü. Üniversiteye neden gelinir ki? Bazen “Hiiiç şöyle bir dolaşacağım” diyorum. Genellikle görevliler dalga geçtiğimi anlayıp “ne olur ne olmaz, önemli biridir, başımıza iş almayalım şimdi” diye düşünerek herhalde “Yani nereye gideceksiniz ona göre yönlendirelim” diye alttan alıyorlar.
Neyse ki bugüne kadar başıma iş gelmedi. Öyle ya, koca güvenlik görevlisi, “şüphelendim” diyerek beni yere de yatırabilir.
İşin şakası bir yana üniversitelerin görünümü korkunç.
Güvenlik adı altında öğrenciye de öğretim görevlisine de herhangi bir nedenle gelen ziyaretçilere de nefes aldırılmıyor.
İşin garibi, lafta çok demokrat, özgürlüklerden yana olan, Twitter ve Facebook’ta herkese ayar veren gençler durumdan hiç şikâyetçi değil.
Alıştırılmışlar bu garnizon düzenine.
Dünyanın birçok ülkesinde üniversitelere gittim. Hiçbir yerde Türkiye’deki kadar “güvenlik” görmedim. Dünyada üniversitelerin kapısı kimseye kapalı değildir.
Örneğin Washington’da dünyanın en önemli üniversitelerinden biri olan Georgetown’ın içinden yaya yolu da geçer, araç trafiği de.
Biri, Harvard, Yale, Oxford gibi üniversitelerin kapısında “güvenlik” koymayı, gelene gidene hüviyet sormayı önerse, herhalde “deli” diye içeri atarlar.
Üniversiteler özgürlük sembolleridir ülkelerinin.
Bizde ise her an bir suç işleneceğinden korkulan melanet yuvaları sanki.
*****
Gül haklı çıkmanın keyfini süremiyor
Afganistan’a asker gönderilmesine karşı zamanında en büyük çıkışı AKP Milletvekili Abdullah Gül yapmıştı.
Geçenlerde bu konuşmayı sizlerle paylaşmıştım. Gül o tarihi konuşmasında “Ne işimiz var Afganistan’da, bu çok tehlikeli bir oyundur” demişti Meclis kürsüsünden haykırırken.
Gül bugün Cumhurbaşkanı ve “büyük devlet” olarak Afganistan’da olmamız gerektiğini söylüyor.
Tabii o zaman muhalefetteydi, şimdi iktidar milletvekillerinin seçtiği Cumhurbaşkanı.
Ancak, hepimiz biliyoruz ki Gül haklı çıktı. Afganistan’ın nasıl bir batak olduğu ve içine Türkiye’yi de çektiğini bilmeyen yok artık.
12 askerimiz tuhaf bir helikopter kazası sonucu öldü. Önceki gün de Taliban Türk birliklerinin olduğu üsse saldırdı.
Ama ne yazık ki Gül “haklı çıkmanın keyfini” süremiyor. Konumu gereği! Yıllar önce söylediği sözleri söylenmemiş gibi farz etmekten başka bir şey gelmiyor elinden.
*****
Konteyner kent ne zaman kuruldu?
Suriye’den “Esad zulmü!” nedeniyle Türkiye’ye sığınan! on binlerce kişi kurulan çadır-konteyner kentlerde yaşıyor.
Özellikle konteyner kentler neredeyse beş yıldızlı otel gibi. Yok yok.
Van’daki depremzede hâlâ kendine gelemedi ama Suriyeli sığınmacı lüks içinde.
Antakya’dan arayan bir okurum diyor ki; “Aylar önceydi, Samandağ’a çok sayıda konteyner gelmişti. Merak edip depo gibi tutulan yerin kapısındaki kişiye sormuştum (Nedir bunlar?) diye. Bana (Valla abi Suriyeliler mi ne geleceklermiş, onlar için) demişti.”
İlginç. Daha kaçış! başlamadan önlem aldık mı gerçekten? Helal bize!
*****
Soru: Suriye’deki gelişmelerin hiç mi hayırlı tarafı olmadı? Cevap: Oldu. Bize söylenenleri kendi fikrimizmiş gibi açıklarken “güçlü bir ezber kabiliyetimiz olduğunu” anladık. (Gani Yıldız)
*****
Arabanızı trafiği aksatacak biçimde park edin
İstanbul’da trafik mafyasının araç çekme terörünü bir yazdım bin ah işittim.
Yıllardır yazarım. Ama bu ‘çekici’ terörü öyle bir rant kapısı ki, vali de emniyet müdürü de tınmıyor bile.
Belli ki emniyetin ve büyük olasılıkla kimilerinin sağlam geçim kapısı bu.
Yüzlerce şikâyet alıyorum. Hepsinin ortak özelliği şu: “Aracımız trafiği aksatacak biçimde park edildiği için değil, çekmesi kolay olduğu için çekildi.”
Bu gerçeği İstanbul’da bilmeyen yok.
Her gün işim gereği saatlerimi İstanbul’un hemen her yerinde trafik içinde geçiriyorum. Trafiği aksatan tek bir aracın bile çekildiğine tanık olmadım.
Tam tersine, trafiğin aksadığı yerlerde zaten ne polis var ne çekici.
Trafik polisleri sadece tuzaklar kuruyor ve kolay yerden araç çekerek ceza kesiyor. O yüzden bu yaptıkları trafiği rahatlatmıyor.
Sürücülere tavsiyem şu; park yeri bulamadığınızda hiç endişe etmeyin. Gördüğünüz ilk yerde, isterse ikinci sıra olsun, park edin. Göreceksiniz size kimse karışmayacaktır. Başınıza ne polis gelecek ne de aracınız çekilecektir.
Çünkü konuyu asıl işi olan trafiği düzgün akıtmak olarak değil de rant kapısı olarak gören zihniyet sizi orada görmeyecektir bile.
Bu yazılara devam edeceğim. O kadar çok örnek var ki.
Örneğin servis olayı bile başlı başına bir bela.
*****
“Şikeeee, şikeee”ye bayılıyorum
Fenerbahçe taraftarı galip geldiği her maçtan sonra hep bir ağızdan “şikeee, şikeee” diye tempo tutuyor.
Geçen yıl şikeyle şampiyon olduğu iddialarına en güzel yanıt bu.
Hele Trabzon’u adeta sürklase ederek yendiği maçta yükselen bu slogan çok hoş oldu.
Fenerbahçe’ye isteyen istediği cezayı verebilir. Ama o cefakâr taraftarı kimse şike yapıldığına inandıramaz.
Yorum Gönder