Beş günlük tatilim vardı. Can dostum Nazım Alpman, “Kalkan’a git, sana çok iyi gelir” dedi ve ekledi: “Türkiye’de oksijen oranı en yüksek hava, orada…” Tarihçi Herodot da “Dünyada yıldızlara en yakın yer” diye söz etmiş, Kalkan’dan.
Herodot’a inanmadım. Ama Nazım Alpman ne diyorsa doğrudur. Dolayısıyla İstanbul’da azalan “oksijen” peşinde, düştüm yollara.
Kalkan, 1920’lere kadar Kalamaki adıyla anılan bir balıkçı köyü imiş. Rum nüfusu 1921’de Meis’e göçmeye başlamış, kalanlar da 1942’deki mübadeleyle terk etmek zorunda bırakılmış, evlerini, barklarını, ata topraklarını. O kadar akılcı su yolları, güzel evler ve binalar kalmış ki Rumlardan, bugün Kalkan’da mimari bir özellik taşıyan, köyü ayrıcalıklı kılan her şey, camiye dönüştürülen kilise dahil, onların yapıları! Gerisi, dünyanın tüm sahillerinde rastlayacağınız türden “harcıâlem” kurulumlar…
***
Neyse ki kentin eski dokusunu içeren ve “Köyiçi” diye anılan özgün bölge, koruma altına alınmakla kalmamış, gerçekten korunmuş. Harcıâlem yapılaşma, bu dokunun çevresindeki boşlukta, gördüğüm kadarıyla etkin sayılacak bir denetim altında gelişiyor.
Kalkan’ın ikinci şansı, Rumlardan kalan güzelliğin değerini bilen ve olağanüstü doğasına saygılı bir ahalisi olması. Eşim Daniel Colagrossi ile birlikte keşfettiğimiz yörede, insanların güleryüzlü nezaketinden gerçekten etkilendik. Kalkanlılar, yaşadıkları doğayı öğretmen bellemiş, dağların yüceliğinden özgür düşünce damıtmış, bilge bir halk!
Çok uzun süredir rastlamadığım arı duruluk ve gönül zenginliğinde insanlarla tanıştım, dağlara yaslanmış bu sahil kentinde.
Örneğin, özgün Kalkan’ın “ağa evi”ni Yüksek Anıtlar Kurulu’nun izni ve denetimi altında aslına tıpatıp uygun restore ederken, yeniden can verdikleri enkaza âşık olup onu bir mücevher gibi işleyen White House’un sahipleri, Kelek ve Söyleli ailesi…
Örneğin, iflah olmaz düzeyde coşkulu idealist, Neşe ve Sadık Öğretir çifti… Brüksel’deki NATO’da 35 yıl çalıştıktan sonra Kalkan’a yerleşen eski çevirmen, eski sporcu, hatta eski Cumhuriyet yazarı, ama her daim müzisyen Sadık Öğretir, yöre çocuklarına akordeon çalmayı, şarkı söylemeyi öğretiyor. Yetenekli miniklerden kurduğu “Kalkan Akordeon Grubu ve Korosu” öylesine başarılı ki, geçen yaz İtalya’da konser vermişler. Biz oradayken davet edildikleri Meis Adası’nı mest edip geldiler. Sadık öğretmenin üstün yetenekli öğrencisi, 12 yaşındaki Buse Söyleli’nin mehtaba karşı bir uçaksavar güvertesi gibi uzanan White House terasında bize verdiği akordeon konserini hiç unutmayacağım!
***
Kalkan’ın yaslandığı dağların her karışını, her yaprağı ve çiçeği severek bilen, çok özel insan Namık Safyürek’i tanıdım, Kalkan’da. Soyadı gibi duru bir gönül adamı. Bir o kadar bilgili, antik tarih meraklısı. Likya uygarlığının ören yerlerinin yanı sıra, Yörük kültürünün metafizik boyutu ondan soruluyor. Dağlarda kaybolan gezginleri, “Ses ver” deyip sesinin yankılandığı yerde eliyle koymuş gibi ancak o bulabiliyor.
“Ben sizin okurunuzum!” diye çıkageldi bir gün Namık, o dağlara götürdü bizi. Bezirgân Köyü’ndeki kır kahvesinin ağaçlarına, beklediği Mehdi gökyüzünden indiği zaman dinlensin diye iskemleler asan devrimci “dost”, Derviş Mahmut’u tanımak onuruna eriştik… İnanın, yok böylesi ilginç bir kişilik, olamaz başka diyarlarda!
Ve tabii, Kalkan köyünün çılgını, 80 darbesinin işkenceleriyle hayatın dışına itilmiş Mehmet Kaptan’ın “Gemi” adını verdiği, kimsenin beğenip binmediği kestane kayığıyla denize açıldık… Daniel ve beni o köhne tekneye yakıştıramayan kerli ferli bir İngiliz, alayla karışık bir merakla kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi sordu. “Sirius’tan geliyoruz!” dedik. “Bizim gezegende Kalkan’ın ikiz sahilleri, Mehmet Kaptan’ın da köşkü vardır…”
Kibirli İngilizi, alaycı suratı çarpılırken izlemek çok keyifliydi!
‘G’ NOKTASI
Kalkan’da değerli okurum, sevgili Selma Elitez’in el emeği, göz nuru butik oteli Türk Evi’nde kalmak istemiştik. Ama yer yoktu, Selma Hanım bizi White House’a yönlendirdi ve onun sayesinde, Halil, Marion, Hülya, Hüseyin, Sinan ve Buse’yi tanıdık; bu güzel ailenin gerçek bir tutkuyla restore ettiği “ağa evi” Court Yard’da konakladık.
Her biri süit büyüklüğünde 6 oda ve zamanında tüm köyiçine su dağıtılan bir sarnıcı barındıran, olağanüstü güzellikteki bu eski Rum evinin taş restorasyonunda çimento kullanılmamış. Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan onaylı bir duvarcı ustasının denetiminde Fransa’dan getirilen özel kil ve yumurta karışımıyla sıva yapılmış. Çiçekler içinde bir bahçeye açılan butik otelin ahşap doğramaları, dağlardan gelen sedir ağacından. Mis gibi sedir kokan odalarda uyumak, adeta bir tedavi niteliğinde. Mülkiyetine bile sahip olmadıkları bu güzel binayı aşkla onartan Halil Kelek ve Hüseyin Söyleli, restorasyonun dış mimarı Ayşe Pınar Karabağ ve iç mimarı Bihter Türkfiliz’i içtenlikle kutlarım.
“Hayatı yaşa, çünkü ölümü öldüremezsin.”
MISIR PİRAMİT YAZITI
Yorum Gönder