Bir gün önce buluştuğumuzda demişti ki: “Ben müziğimle, pan flütümle çevremden kötülükleri uzaklaştırırım; en yalın, en duru, en temiz, en özgür sesi vermeye çalışarak, kötülükleri kovarım olduğum yerden, yöreden ve gezegenden…”
Sakın şaşmayın, aynen dediği gibi oldu!
Bodrum Kalesi’ndeki Zamfir konserinden söz ediyorum… Sahnede 14 kişilik orkestra, önde Gheorghe Zamfir ve Aydın Yavaş ellerinde pan flütleri… Çalmaya, üflemeye başladılar…
Önce tüm doğa pür dikkat kesildi; Bodrum’un tüm mandalina ve zeytin ağaçları, havadaki kuş, sudaki balık, topraktaki karınca saygıyla kulak verdi. Mendireğe vuran dalgalar seslerini kıstı. Kalenin çevresindeki ahşap tekneler köklerini anımsadı… Sanki keçi ayaklı yarı tanrı yarı insan olan çoban Pan yeryüzüne inmiş “Tanrının çalgısı pan flütü” üflüyordu… Rodos şövalyeleri bile derin uykularından uyanıp yeniden şaraba sarıldılar duydukları sesle…
Konser Zamfir’in en ünlü eşsiz sololarıyla başladı. O minicik borulardan böylesi etkileyici seslerin çıkabilmesi inanılacak gibi değildi.
Derken tuhaf bir şey oldu: Kanun ve utla iki pan flüt kucaklaştı; simbal, akordeon, keman, gitar ve piyanoyla iki pan flüt aşk yaşadı; perküsyonlar, darbuka , klarinet ve pan flüt vuslata erdi… Türkiye’den esen rüzgâr Romen ovalarına bayırlarına ulaştı; Romanya’nın ezgileri Anadolu’yu sardı.
Tamburi Cemil Bey’in şarkılarıyla Puccini aryaları; Romen halk danslarıyla “Üsküdar’a gider iken” ve “Sen çok yaşa Ayşem” , “Memleketim” öyle bir kaynaştı ki sanki bir daha hiç ayrılmayacaklar… Hele Nihavent Longa’da başta Zamfir ve sonra tek tek tüm müzisyenlerin yaptıkları doğaçlamalar yaşanacak bir şeydi!
Ama asıl görülecek şey Aydın Yavaş’ın “Ustam, hocam” dediği Zamfir’le ilişkisiydi. Zamfir’in “müthiş öğrencim” dediği Aydın Yavaş’a sevgi, hayranlık dolu yaklaşımıydı… İkisi arasında o sımsıcak ilişki, tüm Türk ve Romen müzisyenleri sarıp sarmalamış bize de geçiyordu. (Konserin konsepti ve sahnedeki duruşuyla da Aydın Yavaş’a hayran oldum!)
Kâh hüzünlendik, kâh sevinçle coştuk… Sık sık sahnedeki sevince katıldık. Alkışlarımızın sonu gelmedi. Unutulmaz bir gece yaşadık.
Biz dediğim, 1500 kişilik Bodrum Kalesi’ndeki 500 kişi… (Evet mekânın üçte ikisi boştu. Dünyanın başka bir ülkesinde olsa kapılar yıkılırdı böyle bir konser için! Bodrum’a sadece tüketmeye gelenler utansın!)
Az ama öz dinleyici kitlesi, öyle bir bütünleştik ki sahnedeki müzikle, sanki Zamfir’le birlikte tüm kötülükleri kovduk yaşamımızdan üç saat boyunca.…
14 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden o hasta yaratıkları kovduk. Onları serbest bırakan savcıları, hâkimleri kovduk… İliklerine tecavüzcülük işlemiş, tecavüzü içselleştirmiş iğrenç yandaşları kovduk…
Sanki benim ülkem tecavüzcüleri ödüllendirip, düşünenleri hapse tıkan bir ülke değil…
Tecavüzcüye yandaş olup, eğitim özgürlüğü, parasız eğitim isteyen öğrenciyi cezalandıran zihniyeti kovduk…
Sanki benim ülkemde gazeteciler, yazarlar, öğrenciler hapiste değil…
Sanki Kürt oldukları, Kürt medyasında çalıştıkları, sadece haber peşinde koştukları için hapse tıkılmış gazeteci yok…
Sahte belgelerle, virüs yüklemelerle, muhalifleri yok etmeye çalışan zihniyeti kovduk.
Her muhalifi Silivri’ye sokup yargılamadan cezalandıran zihniyeti kovduk…
Silahları, mayınları, bombaları kovduk…
Parkta oynayan çocuğa kenetlenen maganda kurşununu, asker ya da dağdaki çobanı bin parçaya ayıran mayını, komşuya ya da kendi vatandaşına yönelttiğimiz bombaları kovduk…
Sanki savaş yoktu. Sanki bir hırs uğruna ülkeyi kana bulamak yoktu…
O müzikle kötülükleri kovduk, aynen Zamfir’in dediği gibi.
Dün akşam aynı konser İzmir’deydi. Bu akşam (2 Eylül) Bursa Açıkhava’da; 4 Eylül’de Antalya Konyaaltı’nda. Oradaysanız sakın kaçırmayın! Kötülükleri kovmaya el verin!
Yorum Gönder