Dinler, çıkış noktalarında kanla mutlaka tanışmışlardır. Bu kan, daima mazlum kanıdır. Dinin ilk müminleri imanlarının giriş faturasını bir biçimde dökülen kanlarıyla öderler. İşkence görerek veya öldürülerek. Kur’an, peygamberler mesajının değişmez kader noktalarından biri olarak bunun altını çizer.
Genel adı İslam olan peygamberli dinlerin sonuncusu Muhammedî İslam’ın kaderi de bu olmuştur. İlk Kur’an müminleri çok ağır işkenceler görmüş, zaman zaman da öldürülmüşlerdir.
Son Peygamber’in ölümünden sonraki ihanetlerle başlayan ikinci dönemin giriş faturası ise, Hz Muhammed’in muazzez evladının kanlarıyla ödendi. İşte bu, Muhammedî İslam’a özgü bir kaderdir. Kur’an’ın, Muhammed ümmetini, “Allah’a, O’nun Peygamberine ve onların emanetlerine hıyanet etmeyin!” ( Enfâl, 27) diye uyarması boşuna değildir. Emanetlere hıyanet edilmiştir. Çok acı, ama gerçek budur! Bu hıyanet yüzünden, ümmet çapında bir küllî tövbe gerekirdi; o da yapılmamıştır...
Şunu da ekleyelim: Kur’an imanının, Hz. Muhammed’den sonraki ilk mümini bir kadındı: Hz. Hatice. İlk şehidi de bir kadındır: Sümeyye. Profesör Hamidullah’ın araştırmalarından, aslen bir Türk kızı olduğunu öğrendiğimiz Sümeyye...
Burada bir Kur’ansal beyyinenin altını, diyalektiğin ölümsüz ilkesi ve aşılmaz ifadesi olarak özellikle çizmek istiyorum. Zamanlar üstü kitabı gönderen kudret şöyle diyor:
“Biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilip horlananlara bağışta bulunalım, onları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim. Ve yeryüzünde onlara imkan ve kudret verelim. Firavun’a, Haman’a ve onların ordularına da korkmakta oldukları şeyleri gösterelim.” (Kasas, 5-6)
Dinleri gönderen kudretle, diyalektik ve polaritenin değişmez yasalarını belirleyen kudret aynıdır. Bunun içindir ki o kudret, dinin ilk müminlerini, şaşmaz bir kural halinde, daima ezilip horlananlardan seçer. Bu da bir varlık yasasıdır. Başka bir deyişle, ölümsüz şarkıları her zaman, ezilip horlananlara besteletip okutmak da Yaratıcı’nın şanındandır.
Dinler, iman emanetini mazlum kulvarında yürüyenler taşıdıkları sürece yükselir, yücelir, etki eder, yayılır ve nihayet egemen olurlar. Ne vakte kadar? Emanet taşıyıcılar, mazlum kulvarından çıkıp zalim kulvarına geçinceye kadar. Mensupları, kanı dökülen mazlumlar olmaktan çıkıp kan döken zalimler arasına giren din önce tökezler, sonra sarsılır, sonra da etkisi tükenerek yıkılır, batar. Bu da bir tanrısal kanundur...
DİNİ KANA BULAŞTIRANLAR DİN BARONLARIDIR
Dindarı mazlum kulvarından zalim kulvarına kimler ve neler geçirir? Bakara 213. ayetteki mucize bildiri bunu öncelikle, dini temsil edenlerin azmışlık ve doymazlıklarının yaptığını söylüyor.
Din zulme bulaşınca veya bulaştırılınca dinde, Kur’an’ın o çok kaygılandığı ikrah (baskı ve zorlama) kural haline gelir. En iyi dindarlık onu bunu cehenneme gönderme gayretiyle ölçülür. Bunun ardından kin ve şiddet işlemeye başlar. Şiddetin varacağı yer ise önce sıradan cinayetler, ardından da terör olur.
Şunu asla unutmayalım: Dinde ikrah şiddeti, şiddet ise terörü kutsallaştırır. Bir toplumun din hayatında ikrahı gördüğümüz anda terörün yakınlaştığına hükmetmek hem dinin hem de aklın icabıdır. Bunu bilmeyenler veya gereğini yapmayanlar kafalarını er geç duvara toslarlar.
Evet, tüm dinlerin etki, saygınlık ve yükseliş dönemleri, mensuplarının mazlum oldukları dönemlerdir. Hıristiyanlık Roma önünde mazlum iken yükseldi, yüceldi ve insanlığın ruhuna yerleşti. Aynı din, engizisyonla zalimlik kulvarına girince inişe geçti, itibarını yitirdi. Ve yerini, tarihin en büyük dehşet ideolojilerinden biri olan komünizme bıraktı.
Batı bu gerçekleri çok iyi bildiği için, yirmi birinci yüzyılda öne geçmesini istemediği İslam’ı bir yolunu bulup şiddet ve teröre bulaştırdı. Dahası, şiddeti Müslümanın Müslümana uygulamasını sağladı. İşte Arap Baharı denen emperyalist oyun süreci gözümüzün önünde…
Terör tartışmasız zulümdür. Bu zulme bulaşanlar haklı davalarını da kaybetmeye mahkûmdurlar. Tarih ve Tanrı onları mutlaka lanetler. Onlara destek çıkanları da lanetler…
Yorum Gönder