Bu ülkenin aydını, sanatçısı, yazarı, düşünürü çilekeştir…
Sadece, düşündüğü, yazdığı, çizdiği, ürettiği, sanat ve edebiyat yaptığı için cezalandırılır.
Hele bir de gazeteciyse…
Başına gelmedik kalmaz…
Mesleğini dürüstçe yaptığı için…
Asgari bireysel ve mesleki ahlak kurallarına uygun bir yaşam seçtiği için…
Hapishane, neredeyse onun kader çizgisindeki “mecburi durak” noktalarından biri haline gelir!
Pek çok “kendi halinde”, sade bir yaşam kavgası veren, çoluğunun çocuğunun ekmeği için koşuşturup duran insan, başına gelenlerin sonunda kendini “gönülsüz kahraman” rolünde bulur.
Haksız eleştirilere, iftiralara maruz kalır…
İtibar kaybettirilir…
Hapse bile atılır!
Hemen aklıma gelen bir örnek Oktay Akbal’dır:
Bir barış, sevgi ve edebiyat insanı olan, eserleriyle edebiyatımızın parlak sayfaları içinde yer alan Akbal, 12 Eylül Anayasası’na karşı yazı yazdığı için yargılanmış, mahkûm olmuş ve hapse atılmıştır.
Elbette yargılanıp mahkûm olması o sıradaki mevcut yasalar çerçevesindedir…
Ama hukuka uygun değildir!
Mahkûm olmasına yol açan, aleyhte propagandayı yasaklayan yasa, 1982 Anayasa oylamasının gayri meşruluğunun kanıtıdır.
***
Soner Yalçın’ın Silivri’de yazdığı Samizdat’ı okuyorum…
“Yirmi Üçüncü Gün”e geldiğimde karşıma birdenbire çok iyi bildiğim ve hakkında 31 Mayıs 2001’de Cumhuriyet’te bir yazı yazmış olduğum ünlü şiir çıktı:
Melih Cevdet Anday’ın Telgrafhane adlı eseri.
Yalçın, belki de kendisiyle özdeşleştirdiği için, son dört dizeyi almamış; şiirin tamamı şöyle:
Uyuyamayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o eski sen değilsin
Sen simdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketinin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki
Uyumayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın
***
Soner Yalçın, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Müyesser Yıldız, Mehmet Haberal ve Silivri’deki öteki yazarlar, gazeteciler, bilim insanları, siviller, askerler, tutuklular artık birer “Telgrafhane” olmuşlar…
Uyuyamıyorlar!
***
Peki, “Taklacı medya” benim bu yazımın neresinde?
“Samizdat” adının simgelediği kitabın içinde!
Soner Yalçın, “Taklacı medyanın” yayımladığı itibar kaybettirici, yalan haberleri, iftiraları adeta tek tek sıralamış…
Bu haberlerin gerçekler karşısında nasıl yalanlandığını ve daha da önemlisi bu yalanlamaların nasıl yok sayıldığını örneklerle anlatmış.
Sadece bugünler için değil, gelecek için de bir utanç ve ibret vesikası!
Yorum Gönder