İSTİKLAL Madalyası’nın kurdelesi üç türlü olur.
Biri ve en yaygını, kırmızı olandır; cephelerde vuruşanların, şehitlerle gazilerin. İkincisi, yeşili; cephe gerisinde Milli Mücadele’ye katılarak hayrı dokunmuş olanların.
Bir de, kırmızı-yeşil kurdele: Hem cepheye koşan, hem de Büyük Millet Meclisi’ne katılıp ulusal mücadelenin siyasal yanında yer alıp ülkenin kurtulması ve bağımsızlık için kişiliğinin iki yanını da ortaya koyanların kurdelesi.
Ne yazık ki, yeni kuşaklara pek öğretilmediği için çok kişi bilmez: Doksan iki yıl önce bugün, 1920’nin 23 Nisan’ında, bir “mübarek cuma” günü, asker-sivil, şehirli-köylü, hoca-muallim ayrımı yapılmaksızın, istilacılara teslim olmayı reddedenler kutsal mücadele için hep bir araya gelmişlerdi. Gerçekten, o dönemde kabul edilen bir yasaya göre, sefirler ve kolordu kumandanları da Meclis üyesi olabilmişlerdi.
Başka bir deyişle, Cumhuriyetin kuruluş harcı, yalnız muharebe meydanlarında değil, Meclis sıralarında da asker-sivil-bürokrat karışımından oluşmuştur. Zaten, Meclis’in ve hükümeti olan İcra Vekilleri Heyeti’nin başında da bir asker, hem de Mustafa Kemal Paşa gibi bir asker yok muydu?
Şu günlerde, bir yüksek rütbeli asker, muvazzaf ya da emekli, amiral ya da general, şu ya da bu nedenle onur kırıcı sayılabilecek bir duruma düşürüldüğünde, bazı kalemlerden intikam sözcüklerinin döküldüğünü, bazı kadehlerin keyifle tokuşturulduğunu, bazı eteklerin zil çaldığını duyar ya da görür gibi olduğunuzda, içinizden
bir bulantı gelmiyor mu? O tür sadistçe sevinmeler hastalık belirtisi sayılmaz mı? “Asker milletiz” diye övünen bir halk arasından kendi ordusuna küsenlerin ve kişisel olarak yaşanmış talihsizlikler ne olursa olsun kendi askerinin üzüntüsüne sevinenlerin çıkması acayip değil mi?
Bu sevinç niye? “Gâvur ordusu” değil ki bu. Oğullarımızı davul zurnalarla selametleyip emanet ettiğimiz bir ocak değil mi o kucak?
Hasta duygular yerine, bir 23 Nisan bayramında İstiklal Madalyası’nın kırmızı-yeşilini düşünmek daha sağlıklı olmaz mı?
Yorum Gönder