Bursa’da, kendisini “savcı, hakim ve polis” gibi tanıtarak vatandaşları dolandırdığı iddia edilen bir kişi, gözaltına alındı. Bu haberi okurken içimden “Acaba, mevcut hakim, savcı ve polislerimiz veya gazetecilerimiz, bir an için bile olsa kendilerini tanıtırken meslek içindeki konumlarını düşünüyor mu” diye geçti?
Bugün bazı soruşturmalarda savcının görevini polis ve bazı kovuşturmalarda hakimin görevini savcı yapıyor. Bazı hakimler de nerede kararlaştırıldığı açık açık yazılıp çizilen siyasi projeleri uyguladıklarının bilincindedir. Zaten sürece uymayan hakim ve savcıyı hemen görevden alıyorlar. Hatta, siyasi iktidara da dokunan Deniz Feneri gibi bir soruşturmayı belirli bir yere getiren savcılar, dosya ellerinden alındıktan sonra sanıklardan daha ağır ceza talebiyle yargılanmaya başlandı.
Böyle bir ülkede hukukun üstünlüğünden mi bahsedilir, yoksa tiranlığın üstünlüğünden mi?
***
İki örnek vereyim. Ehliyet alanlara aile hekimleri sağlık raporu verebilirken, yeni çıkan yasada “sağlık kurulu raporu” şartı getirildi. Sürücü kursları, formaliteyi artıran bu duruma itiraz edince, ilgili genel müdürlük bir genelge yayınladı ve raporları yine aile hekimlerinin verebileceğini bildirdi.
Yani kendi çıkardıkları yasaya bile uymadılar.
Yine son Anayasa değişikliğinde “Genelkurmay Başkanları, Anayasa Mahkemesi’nde yargılanır” hükmü getirdiler. Halk bu maddeyi de referandumda onayladı. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında soruşturma açılınca, Anayasa’yı dinlemeden Türk Ceza Yasası’ndaki özel yetkili mahkemeyi yetkili saydılar. Bir sürü gerekçe de ürettiler ama bütün hukukçular bilir ki Anayasa bütün yasalardan üstündür..
***
Birçok gazeteci de söz konusu projenin psikolojik harekat boyutunda görev üstlenmekte, kimisi öteden beri, Türk kimliğine içten içe düşmanlık beslediği ve Türkiye’nin kuruluş ekseninden çıkarılmasını istediği için kimisi de bu süreçten çıkar sağlamak için hukuk dışı her adıma destek vermektedir. Bu insanlar, gerçek niyetlerini demokrasi talepleri örtüsü ile gizlemektedir. Birinci gruptakiler etnik ırkçılardır. İkinciler ise sadece bu dönemin değil her dönemin yalakasıdır.
Yani Türkiye, bir avuç etnik ırkçı ile onlardan daha kalabalık olan çıkarcı bir grubun elinde kalmıştır. Proje, Genişletilmiş Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi’dir. Bu projeye hizmet etmenin İslam’a da ihanet etmek olacağını gören birkaç aydın dışında İslamcı geçinen hiçbir kişinin bu gerçeği dile getirmemesi hangi ahlakla açıklanabilir?
***
Meselenin siyaset boyutu, yahut Yunanca adıyla politika boyutuna hiç girmeyelim. Politika çok yüzlülük demektir. Bu itibarla, gerek özel gerekse siyasi hayatında İslam dinini referans aldığını söyleyen ama iktidar yetkisini eline geçirir geçirmez, ABD’nin projesinde eş başkanlık üstenebilen bir anlayışı, nereye oturtacağız?
Sadece ondan ibaret değil tabii.. Bütün siyasi partiler için benzer ilkesizlik örnekleri verilebilir. Yani bizim toplum olarak da fertler olarak ahlakımız, “A’dan Z’ye” bozuktur. Bu bozukluğun sebebi ne mutlakiyet ne de Cumhuriyet ne de başka bir rejimdir.
Bozukluk, insanların, ahlakın temeli olan adalet anlayışı ile yetiştirilmemesinden kaynaklanıyor.
Kur’an ahlâkına sahip bir Müslüman, kendi etnik kökeni, tarikatı, mezhebi, partisi, hemşerisi, akrabası, anne-babası, kardeşleri veya çocukları bir yana, kendisini bile kayıramaz.
Adalet kendini bile kayırmamaktır:
“Ey iman edenler! Haktan yana olup, adaleti sapasağlam ayakta tutun, Allah için şahitler olun. İsterse kendinizin veya ana-babanızın ya da yakınlarınızın aleyhine olsun, isterse onlar zengin veya fakir bulunsun. Allah onları korumada herhalde sizden öndedir. Artık hak ve adalette hevese uymayın. Eğer dilinizi büker veya yüz çevirirseniz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
(Nisa-135)
Yorum Gönder