Kayıp Giden Hayatlar - Hikmet Çetinkaya

Tutkular, kendi sevgi anlayışımızın derinliğinde yitip giderken, ilkyaz güneşi bilmem sizi düşündürür mü?
Tutku kanatlanır, bir serçe yavrusunun cam kenarında çırpınışını görünce...
Yüreğimize gömdüğümüz o sevgi bizi bir yerlere götürür.
Mutluluk gibi, hüzün gibi, acı gibi bazen...
Gecenin yıldızları altında çiçeklenmiş erik ağaçlarının altında otururken, dalıp gidersiniz.
Emperyalizmin kolları arasında sıkışıp kalmış, NATO gücüne katılmış 12 askerin Afganistan’da helikopter kazasında ölümü...
Ve şu soru gelir aklınıza o anda:
“Orada ne işi var Türk askerinin?”
Cinnet getiren ABD askerinin 16 cana kıydığı Afganistan...
***
Malatya Kürecik... Libya... Somali... Suriye...
12 çocuğunu öldüren, bir kan gölünde savaşın içine sokan zihniyetin, örtülü savaşta kendi çocuklarını yitirdiği yetmezmiş gibi.
ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa’nın peşine takıl...
Libya’da geç kaldın, Suriye’ye gir!
Kendi halkın açlıktan ölüyor!
Kendi halkın altı liraya aldığı odunları yakamıyor.
Adana’nın Seyhan ilçesinde sekiz aydır işsiz olan, ev kirasını ödeyemeyen 26 yaşındaki Emine Akçay.
Altı yaşındaki oğlu İsa’nın elinde saç kurutma makinesi... Yedi aylık kardeşi Kardelen’i ısıtıyor elindeki aygıtla...
Emine öteki odada intihar ediyor!
Bir urgan ve Emine...
Hayat ve ölüm...
***
Sabah sabah o minik serçeye bakarken, bir gece önce yıldızların altında çiçeklenmiş erik ağaçlarına bakarken “hayatın sayfalarında” dolaşıyordum.
Lübnanlı şair Halil Cibran’ın deyişiyle “tükenmez acıların içinde, göğün sonsuzluğunda” dolaşan sanki bendim.
Tutkumuz, duygusallığımızın sevecenliğinde hep acılara dönüşmüştü...
Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?” demesini yadırgamayan, bilim insanı kisvesiyle dolaşan darbeseverlerin hâlâ aramızda oluşu, faşizme nasıl alkış tuttuklarını görünce...
İçimde fırtınalar koptu!
Tuzları kuru, babalarının mallarını yiye yiye bitiremeyen, askerlerin önünde “her daim hazırola” geçen sözde Atatürkçüler, gerçek yüzlerini Kenan Evren yargılanmaya başlayınca göstermişlerdi, yazarlara mektup yazarak.
***
Onların 6 liraya odun alan, sobayı yakamayan Emine’nin intihar ettiğinden, Erzurum’da gölette göz göre göre boğularak ölen emekçilerden, yoksullardan, açlardan, işsizlerden haberleri yoktu.
Keyifleri yerindeydi.
Yalılarda oturuyorlardı.
O mektubu okuyunca, tarihin sayfaları bir bir gözümün önünden geçti...
Taşan sular hayatın bir diliminde, kelimelerin o bildiğiniz sessiz oyununu anımsattı bana...
Devlet içindeki Gladio yapılanmasını 70’li yıllarda gören ve dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e önemli bir dosya veren savcı Doğan Öz’ü öldüren kimin maşasıydı?
Abdi İpekçi cinayeti neden aydınlatılmadı?
Ağca’ya, Kırcı’ya yeşil pasaport verenler kimlerdi?
16 Mart 1978 katliamına zamanaşımı, Sivas yangını gibi...
Kemal Türkler suikastı zamanaşımı...
Hrant Dink cinayeti örgütlü değil, bireysel suç.
***
Mesih Ağca, İbrahim Çiftçi, İsa Armağan.
Balgat, Bahçelievler, İzmir İnciraltı katliamları...
Babasız, annesiz kalan çocuklar... Katliamlar, kayıplar, işkenceler... Adana Seyhan... İsa ve Kardelen... İntihar eden anne Emine...
94 yaşındaki Kenan Evren ve oğlunun kemiklerini arayan 104 yaşındaki Berfo Ana...
Yayıncı İlhan Erdost, “Doğanın Diyalektiği” kitabı kanıt olarak gösterilip gözaltına alınmış ve askerler tarafından dövülerek öldürülmüştü.
Orhan Miroğlu’nun Diyarbakır Cezaevi’nde gördüğü işkence tam üç ay sürmüştü...
***
Kayıp giden hayatlardı avuçlarımızın içinden.
Gecenin içinde ve yıldızların altında, düşünceler ormanına gitmiş gibiydim...
Tutkularım altüst olmuştu...
Çiçeklenmiş erik ağaçlarına baktım bir süre...
Hepsi ama hepsi yaşamın sayfalarıydı, tarihin sayfaları gibi...
Acı, ölüm, gözyaşı, hüzün!
Sekiz yaşındaki İsa’yı ve yedi aylık Kardelen’i düşünüyorum şimdi.
Kardelenler Toroslar’da açar, kar altında büyür, bilir misiniz?

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget