Sevgili,
Yatılı ilkokul yıllarımdan aklımda kalan değişmez hüsran öyküsüdür.
Yavrukurtlar arasında geçit törenine katılmak heyecanıyla uyandığım her 23 Nisan’da, hava muhalefeti dolayısıyla hevesim kursağımda kalırdı.
Aradan yıllar geçtikten sonra, bu olayın yüzlerce kez yinelendiği izlenimine kapılıyorum.
Oysa tabii ki öyle değildi. Şimdi tam anımsamıyorum. Belki de yalnızca bir kez oldu, ama kesinlikle ikiden fazla değil.
Ne var ki, hüsran o denli derinmiş ki, belleğime iyice kazınmış.
Yıllar öncesine dönmemin nedeni, 23 Nisan’ı da içeren bu hafta sonu tatilini, İda eteklerinde, Güre köyündeki Zeytinbağı’nda geçirmemiz.
Mine’nin doğum günü dolayısıyla çok yakın aile çevremiz ve artık o çember içinde olan kadim dostlarımız Ayşe ve Ata Sakmar ile İda Dağı eteklerindeki Güre köyünde Zeytinbağı Oteli’ndeyiz.
Tabii insan böyle güzel, hoş ortamın, leziz mutfağın yanı sıra eşsiz doğanın keyfini daha fazla çıkarabilmek için, havanın güzel olmasını istiyor.
Enfes tatlar, kokular, otları, keyfine doyulmaz sohbetleri güzel doğayla taçlandırabilsek, her şey mükemmel olacak.
Ama “Küçük Prens”te Tilki’nin dediği gibi, “Heyhat yaşamda hiçbir şey mükemmel değil”.
***
İki gündür, sabahları kalkar kalkmaz pencereye koşan Mine de ilkokul yıllarında benimkine benzer bir hüsranı yaşamış olmalı ki, eskilerin deyimiyle mağmum havayı görünce, söyleniyor:
- Tabii 23 Nisan’larda hep böyle olur zaten.
Doğum günü der demez, herkesin aklına aynı soru geliyor:
- Kaçıncı doğum günü.
Oysa kadınlar söz konusu olunca, böyle bir soruyu akla getirmemek, gelse bile asla telaffuz etmemek gerekir.
Şöyle ünlü bir söz var:
- Kibar adam karısının doğum gününü unutmayan, ama yılını asla hatırlamayan kişidir.
Zaten, tüm kadınların değilse bile bazı kadınların yaşı da yoktur.
Kimi fiziği, kimi dinmeyen neşesi ve enerjisi, kimi de bunların tümüyle bizim ebedi gençliğimizin simgesidirler; yaşam şevklerini bize bulaştırırlar. Çünkü onlarda var olan coşku adeta bulaşıcıdır ve de güzellikleriyle taşan coşan şevkleri, doğanın yalnız onlara değil, bulaşıcılığı yüzünden bize de armağanıdır.
Bu tür kadınlardan söz ederken ilk aklıma gelen hep Gülriz Sururi olur. Ona baktığımda benim gençliğimdeki gençliğini korumasından hep mutluluk duyarım.
***
Erkek cinsinin de hakkını yememek gerek. Onlar içinde de insana hep gençlik ve yaşam coşkusu aşılayanlar vardır.
Nitekim Fransızlar, 1959 yılında, 36 yaşında ölen büyük oyuncu Gerard Phillipe için hep “ebedi gençliğimizdir o bizim” derlerdi.
Hatta Gerard Phillipe öldüğünde Galatasaray Lisesi son sınıftaki hocamız Patrice Thomson’un şunları söylediğini hiç unutmuyorum:
- Kim bilir böylesi daha da iyi; ebedi gençliğimizin yaşlandığını görmek durumunda kalmadık.
Yanılıyordu. Öyleleri yıllar geçse de yaşlanmıyorlardı.
Birkaç ay önce 93 yaşında yitirdiğimiz, dostum Merih Sezen bunlardan biriydi.
Yıllar önce İdealtepe’de birlikte olduğumuz bir yaz günü, annem, Merih’e “evladım, oğlum” diye hitap edince Merih dayanamadı ve,
- Hanımefendi, belki de aynı yaştayız, deyiverdi.
Gerçekten de öyleydi.
Annem çok şaşırdı ve bu şaşkınlık içinde beni ifrit edercesine şu sözleri söyledi:
- Aaaa ben de sizi Ali’nin sınıf arkadaşı sanıyordum.
Tabii herkes böyle olmuyor. Doğrusu ben de onlardan olmadığım için, üzülüyorum, ama kıskanmıyorum.
Çünkü bu yaşlanmayanlar kategorisindekiler, tükenmez olmasa bile çok uzun süren gençliklerini ve yaşam sevinçlerini biraz da bizim için taşıyorlar.
Bizim Mine de bunlardan.
Öyle olunca da, ben de gençliğini artık kalıbında ya da içinde taşıyamasa bile yanında taşıyanlardan oluyorum.
Yorum Gönder