Bizim gündemimiz ya Suriye, ya İran, ya geçmişle hesaplaşma, ya sürekli partiler arası kavga-didişme.. Konuşmadığımız bir konu var; Türkiye’nin bugünü ve yarını .. Bugün gençlerimizin “askere gidiyorum anne” diye ölmeye gönderilmesi, kimbilir kaçının analarına son sözlerini cep telefonundan söylemesi; “geliyorlar anne”..
Yine iki askerimiz şehit, yine üçü yaralı.. Siyasetçilerden “28 Şubat hesaplaşmasını, göz altıları, bunun bir intikam süreci olup olmadığını” duyuyoruz ama şehitlerimizden söz eden yok.. Geçmişle ilgili devamlı bir “demokratik temizlik” lafı tekrarlanıyor ama “sınırlarımızda temizlik, topraklarımızda temizlik” nedense yapılamıyor. Yapılması için de bir plan, program yok..
DEVLET SIRRI!!
Başbakan Erdoğan önce “PKK ile görüştüğümüzü söyleyenler..” diye başlayıp hakaretler etmişti, sonra “Fidan’ı Oslo’ya da, İmralı’ya da ben gönderdim” dedi.. Ne yapıldığı, neyin doğru olduğu belli değil.. Herşey “devlet sırrı” imiş.. İyi de biz “devlet sırrı” derken Öcalan da, Karayılan da görüşmeler hakkında bilgi vermişlerdi zaten.. Peki, yürekleri kan ağlayarak evlatlarını çatışmaların içine gönderen anaların, babaların “neler olduğunu, çocuklarının bu ateşin içinden nasıl çıkarılacağını” bilme hakkı yok mudur? Ülkeyi yönetenler sıcak köşelerinde otururken daha kaç gencimizin anasına “ayaklarımız kardan sırılsıklam, buz gibi, ancak geceleri kurutabiliyoruz” dediğini ve cümlesini “ölüyorum anne” diye bitirdiğini duyacağız?
Buna yürekler nasıl dayanacak, onu da söylesinler..
Suriye için, İran için seyahatler yapılıyor, tüm zamanımız, mesaimiz “Suriye’de insanlar ölmesin diye” veriliyor da bizde ölenler için neden uğraşmıyoruz? Orada binlerce insan öldü ama Türkiye’de de on binlerce insan öldü ve ölmeye devam ediyor. Kendi dev sorunumuzun kenara itilmesinin sebebi ne?
TÜM MESAJLAR ‘ÖZERKLİK’..
BDP’nin verdiği mesajların tümü “yeni anayasada özerklik verilecek” talebine kilitlenmiş durumda.. Bu talebin karşılanacağına da güvenleri oldukça fazla.. Şimdi anayasanın yazımı başlayacağına göre bu konuda neler olacağı açıklanmalı ve tartışılmalı değil midir? Tamam Fidan “Başbakan adına” görüşmeler yapmış, olabilir ama toplumun bu görüşmelerden ne sonuç çıktığını bilme hakkı vardır. Yoksa son zamanlarda her konuda (örneğin 4+4+4 yasası da böyle tepeden iniverdi) olduğu gibi “yeni anayasada PKK’nın talepleri konusundaki adımlar” da sürpriz mi olacak?
Peki, Suriye için bunca seyahat yapıyor, dünya ülkelerinin dikkatini çekmeye uğraşıyor, İran gibi başka ülkelerle bu konuda ilişkileri bozmayı bile göze alıyoruz da neden aynı gayreti kendi sorunumuz için göstermiyoruz? Bu sorunu iyice dünyanın gözüne sokup, diğer ülkelerin yardımını istemiyor, ABD’ye “ne oldu önceden istihbarat sözünüz yalancılar” demiyoruz? Aylardır İran, Suriye, o darbe, bu “ihtimal” dilimizden düşmezken bunu neden yapmadık?
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç şehit annesini ziyaret ettiğinde o anne balkondan “Bu ülkenin bir karış toprağını verirseniz size hakkımı helal etmem, bunu yapamazsınız” diye bağırmıştı.. Tüm şehit analarının sesiydi bu! Teröre çözüm düşünmeye sıra gelecekse bu sesi de duymaları gerekiyor!
*****
28 Şubat’ta ‘neden’ler?
Bakıyorum bazı köşelerde “28 Şubat döneminde neden kimse baskıya karşı çıkmamıştı, üniversiteler, iş dünyası, baskının muhatapları neden sessiz kalmıştı, neden dik durmamışlardı” soruları soruluyor, tartışılıyor.. Vallahi okudukça son yıllarda medyadan, iş dünyasına, üniversitelere, sivil toplum kuruluşlarına kadar her kesime, ülkenin demokratik kurumlarına yapılan “siyasi baskı” geliyor akla. (Örneğin; televizyon programlarına, programcılarına, gazetelere, köşe yazarlarına yapılanlar gibi.. Kim karşı koyabildi?)
Ortada top-tüfek korkusu yok ama onun yerini alan “dehşet bir sivil korku” olduğu inkar edilebilir mi? 28 Şubat sürecindeki “fişlemeler” hatırlatılıyor, bu süreçte “tüm ülke nüfusunun telefonlarının, en özel konuşmalarının dinlenmesine, onlara ait kayıtlar tutulmasına, istendiğinde bu kayıtların açık açık iddianamelere konmasına” ne diyeceğiz? Asker yapmış da sivil yapmadı mı, yapmıyor mu aynısını?
Uzun lafın kısası, yazının girişindeki “neden”li soruların tek cevabı var arkadaşlar; “tırsma”dır! Aynen bir fırtınadan korunma refleksi gibi (çıkar için eğilenleri kastetmiyoruz tabii, onlar başka sınıfa girer) sınırsız baskının karşısında boyunlar eğiliyor, hepsi bu!
*****
Saf ve bakir Anadolu çocuğu!
Onun yazılarını yıllardır benim kadar ilgiyle okuyan ve “ekonomi hakkındaki gerçekleri en doğru şekilde” öğrenen herkes kimden söz ettiğimi hemen anlamıştır. Çünkü bu yazarı hatırlatan en önemli ipuçlarından biri; kendini yazılarında “Saf ve bakir Anadolu çocuğu” olarak tanımlamasıdır. Hepsi bu değil tabii, onun yazılarında “Ayşe Hanım Teyze, Ali Rıza Bey Amca, İşçi Memed”e de rastlarsınız.. “Büyük Türk Büyükleri”ne de.. İşte değerli meslektaşımız, aynı anda farklı gazetelere, farklı isimle ve farklı konularda yazma, hepsini keyifle okutma ve yine aynı anda TV’de ekonomi programı yapma başarısına sahip usta gazeteci Güngör Uras, kitabı “Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu”nda bu özel tanımları ve isimleri neden tercih ettiğini de anlatıyor.
MEDYA, PATRONLAR, İŞ DÜNYASI VE HERŞEY..
“..De anlatıyor” diyorum, çünkü içinde bir tarih barındıran, tanıdığınız veya ismini mutlaka bildiğiniz birçok ünlü insanın, anıların, olayların yer aldığı ve Güngör Uras’ın da hayatının hikayesi olan bir röportaj-kitap bu. Onu çok ilginç yapan; uzun yıllar öncesinden bugüne kadar ülkenin siyasi geçmişini, Türk halkının siyasete katılımındaki güldüren veya hüzünlendiren ayrıntıları, siyasetçilerin birbirine benzer hırslarını, Gazeteci Haşim Akman tarafından yapılan ve kitabı oluşturan röportajda da dilinden düşürmediği; kendisi gibi ekonomist olan sevgili eşi Nuran Uras’la birlikte çok seyahat ettikleri için gezi notlarını, medyayla ve patronlarla ilgili çok ilginç detayları, Özal’dan Çiller’e, Mesut Yılmaz’dan Bülent Ece-vit’e birçok liderle ya da Türkiye’nin en ünlü iş adamlarıyla ilgili anıları, Türkiye ekonomisinde dünden bugüne neler olduğunu son derece sade, dürüst, esp-rili bir anlatımla aktarması..
EN SEVDİĞİM BÖLÜM
Ben kitabın tamamını ilgiyle okudum ama en eğlendiğim kısım “Suyun başını tutan büyük Türk Büyükleri”nin bugüne kadarki ortak özellikleriydi; mesela “katıldıkları toplantılarda nutuk attıktan sonra, başkalarının ne dediğini dinlemeden çıkıp gitmeleri. Çünkü halkı dinleyecek vakitleri ve öğrenecek bir şeyleri olmaması. Her şeyi biliyor olmaları”.. “Suyun başında” nasıl hareket ettikleri..
Bilmediğim çok şey öğrendim bu kitaptan, Güngör Uras’ın eline sağlık diyorum doğrusu!
Yorum Gönder