SEVGİLİ okuyucularım, 12 Eylül duruşması bugün Ankara’nın özel yetkili mahkemesinde başlayacak. Şimdilik iki sanık var. Darbe yapanlardan zamanın Genelkurmay Başkanı (sonra Devlet Başkanı) Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya Diğer iki kuvvet komutanı vefat ettiği için onlar yargılanmaktan kurtuldu.
Şimdi Türkiye’de sürekli bir hava estiriliyor:
“Kahrolsun darbeciler! Onları yargılayalım, ceza verelim…”
Bu koroya hükümet dâhil pek çok kesimden ve her yaşta insanlar katılmış durumda. Yargılansınlar ama gerçekler de bilinsin. Şimdi sizlere bu yazıda 12 Eylül olayının öncesini ve sonrasını tam bir tarafsızlıkla anlatmaya çalışacağım. Özellikle gençler okusun.
Darbe, 12 Eylül 1980 de yani bundan 32 yıl önce gerçekleşti. Dolayısıyla, o günleri iyi bilmeden konuşmak, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak, kulaktan dolma cümlelerle darbe karşıtlığı yapmak şimdi çok kolay.
Oysa bu işin tarihi belli O gün doğanlar şimdi 32 yaşında. 12 Eylül öncesinde Türkiye de yaşadıklarımızı, ülkedeki kepazeliği anımsamak için, o dönemi yaşayan birinin o sırada en az 16 yaşında olması gerekir. Yani o dönemi iyi bilmek ve yaşamış olmak için birilerinin bugün 32 artı 16 başka bir deyişle hiç değilse 48 yasında olması gerekiyor.
***
Neydi o günler!.. Türkiye devrimci ve ülkücü olarak ikiye bölünmüştü. Başka bir deyişle, ülkenin her yerinde ve her köşesinde sağ-sol çatışması yaşanıyordu. Türkiye yasadışı örgütlerin elindeydi.
Herkes silahlanmıştı. Türkiye silah kaçakçılığının açık pazarı olmuş, her yerden kaçak silah giriyor ve bunlar serbest piyasada sudan ucuz fiyatlarla satılıyordu.
Üniversite ve yüksek okullar, hatta liseler paylaşılmış, parsellenmişti. Bazıları sol’un, bazıları sağ’ın elindeydi. Karşıt görüşlüler, onlardan olmayanlar, okullara asla gidemezdi.
Hocalar ve öğretmenler de aynı durumdaydı.
Mahalleler bile parsellenmiş, bölünmüş, bir kesimin egemenliği altına girmişti.
Bütün kamu kurumları aynı durumdaydı. Hastaneler ve öğrenci yurtları paylaşılır mı? Türkiye de paylaşılmıştı!
Polis bile iki kesime ayrılıp dernekler kurmuştu. Pol-Der ve Pol-Bir, iki zıt görüşü paylaşan polislerin topluluğu idi.
Ülkede her gün cinayetler işleniyor, insanlar öldürülüyor, saldırıya uğruyor, her yerde bombalar patlıyordu. Savcılar, profesörler, sendikacılar, öğrenciler, sıradan vatandaşlar sokaklarda vuruluyordu. Güya sıkıyönetim vardı ama kimsenin taktığı yoktu.
Kim olursa olsun her kesim ve herkes, can güvenliğinden yoksundu. Mahalleler ve evler boşalıyor, insanlar korkudan göç ediyordu.
Alevi yurttaşlar büyük baskı altındaydı, katliamlar yapılıyordu.
***
Ortada devlet ve hükümet kalmamış, işler askerlere havale edilmişti. Meclis toplanamıyor, aylardan beri Cumhurbaşkanı seçemiyordu.
Kentlerin en büyük meydanları bile savaş alanına dönmüştü. Her gün kan akıyor, cesetler yollardan toplanıyordu.
Bugün 45-48 yaşın altında olanlar o günleri bilemezler, hatta düşünemezler bile. Onu ancak o günleri yaşayanlar bilir.
12 Eylül darbesi olup askerler yönetime el koyunca, herkes bayram etti. Devrimci, ülkücü, sağcı, solcu, öğrenci, ana baba, sıradan vatandaş, herkesin bayramıydı çünkü can güvenliği geri gelmişti.
12 Eylül işte bu koşullarda gerçekleşti.
***
Şimdi gelelim işin siyasi boyutuna… 12 Eylül yönetiminin birinci boy hedefi, doğal olarak sol kesimdi. Suçlular yargılandı, bazıları haksız yere iki kesimden de gençler idam edildi. Sonra iş geldi, ülkeyi sivil yönetime devretmeye!
Sol’u yok etmek için bir yerden güç almaları gerekiyordu. Sağ kesimin sloganlarına sarılıp oradan destek aradılar, imam hatip okulları furyası başlatıldı.
“Atatürkçülük “ diye diye Atatürkçülüğü çiğnediler.
Dincilik, din tüccarlığı yaygınlaştı.
1983 seçimleri öncesinde parti başkanları ve milletvekili listeleri veto edildi ve karşımıza Turgut Özal çıkıverdi!
Devlet işte böyle yozlaşmaya başladı. Artık yolsuzluk yapmak serbestti! Devleti devlet olmaktan çıkardılar. “Benim memurum işini bilir” gibi zırvalarla milletin beynini yıkayıp bugünkü arabesk gençliğin temellerini attılar PKK terörü için “Üç beş çapulcunun işi” deme gafletini gösterdiler
Sağ kesimin önü artık açılmıştı. İşte bütün bunların sonucu olarak, sonraki yıllarda dinci ve sağcı partiler güçlendi, özellikle Refah ve Fazilet, birbiri ardından seçimleri kazanıp devletle birlikte belediyeleri ve dolayısıyla para gücünü ellerine geçirdiler.
Necmettin Erbakan, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz gibiler o dönemde palazlandı ve sonrası da Tayyipgillerle geldi!
Eğer bugün iktidarda AKP isimli bir parti varsa, o da 12 Eylül’ün Türkiye’ye dolaylı armağanlarından, ürünlerinden biridir. Dolayısıyla, şimdi bugünkü davaya müdahil olan AKP hükümeti, aslında 12 Eylül dönemine teşekkür borçludur.
Ancak medyayı ve beyin yıkama mekanizmasını çok iyi kullandıklarından, bu gerçekler Türkiye’de hiç tartışılmıyor.
***
Bugün Ankara’da yargılama başlayacak. 90 yaşını geçmiş iki eski komutan Evren ve Şahinkaya önümüzdeki haftalarda ifade verecek.
Şimdi benim kafamda bir soru var:
12 Eylül ün dolaylı ürünü olan AKP 10 yıldan beri iktidarda. Acaba bu davanın açılması için neden, hangi gerekçelerle 10 yıl bekledi?
Yanıtı gayet basit!.. Kendilerini güçlü görmüyorlardı. Okyanus ötesinden kurulan senaryo gereğince önce Türk Ordusunun yıpratılması gerekiyordu. Üretilen Balyoz, Ergenekon ve benzeri davalarda ordumuz hadım edildi, sonra planın öteki aşamalarına geçildi.
Şimdi 12 Eylül yargılanacaksa niçin darbe yaptıkları için değil, darbe sonrasında yaptıkları için yargılanmalıdır. Bu da AKP nin işine gelmez.
Haşim konuşmuş!
ANAYASA Mahkemesi Başkanı olan Haşim Kılıç isimli şahıs, mahkeme üyeliğine zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından seçildiğinde 40 yaşında idi ve orada emekli olana kadar tam 25 yıl görev yapacaktı. Fakat “Uyanık” çıktı, iyi kulis yaptı ve sonunda başkan olmayı başardı!
Bu şahıs hukukçu değil. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu muhasebe elemanı. Bir Anayasa Mahkemesi düşünün ki, başkanı hukukçu değil! Dünyadaki tek örnek…
Haşim önceki gün yaptığı konuşmada şöyle dedi:
“Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermedik, bundan sonra da vermeyeceğiz!..”
Bu arkadaş ya uzayda yaşıyor ve AKP döneminde siyasetin yargıyı nasıl kuşatıp ele geçirdiğinden haberi yok, ya da bizi saf yerine koyup masal okuyor!
Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyecekmiş!
Sen önce kendi mahkemene bak. sonra konuş!.. Yeni seçilen yandaş üyeleri senin mahkemene kim doldurdu? Her biri senin ve iktidarının yandaşı kimliği ile özel olarak seçilmedi mi? Onlar seçilirken sana danışılmadı, senin haberin olmadı, Öyle mi?..
Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, HSYK, adli ve idari yargı tümüyle siyasetin, başka bir deyişle iktidarın eline geçerken, iktidarın hoşlanmadığı tüm hâkim ve savcılar görevden alınırken, neredeydin Haşim!
Şimdi çıkmış ortaya, aklınca tarafsızlık sergiliyor. “Siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermedik, bundan sonra da vermeyeceğiz” gibi komik laflarla milleti kandırmaya yelteniyor!
Yemezler Haşim yemezler!
Bu kadarını senin yandaşlar bile yemez!
Yorum Gönder