Yazımın başlığı Onur Öymen’in son kitabının adı.
Kitabın alt başlığı “İktidar Uğruna Demokrasiyi Feda Edenler”.
Öymen, insanlığın demokrasi serüvenini, tarih içinde çeşitli ülkelerdeki süreçler çerçevesinde ele almış…
Ve Türkiye için de bazı saptamalarda bulunmuş.
Son derece değerli bilgilerle donanmış, aydınlatıcı, ufuk açıcı bir çalışma.
***
Pek doğal olarak eski Yunan ve Roma’yla işe başlamış.
Bizdeki bazı yarı cahiller tarafından pek yüceltilen “Atina’nın doğrudan demokrasisi”nin iç yüzü Öymen’in kitabında bütün çıplaklığıyla sergileniyor:
Devletin yapısı, siyaset ve yargı ilişkileri, yargının nasıl işlediği, toplumdaki kadınların ve kölelerin durumu, Sokrates’in nasıl yargılandığı, nasıl ölüme mahkûm edildiği ve son olarak demokrasinin bir yabancı işgali ile nasıl son bulduğu çok açık seçik bir biçimde aktarılmış. (s. 17-36)
Özellikle, sayıları bazen 6000 (yazı ile altı bin) kişiye kadar ulaşan ve kura ile belirlenen jüri üyeleriyle işleyen, iddia makamı ile sanıklara eşit konuşma hakkı tanınan yargı hakkındaki şu satırlar çok dikkat çekici:
“Bazen insanlar çoğunluktan farklı görüşlere sahip oldukları için veya başka siyasal nedenlerden mahkûm edilebiliyorlardı. Çoğunluğun desteğini kaybeden yöneticiler de aynı şekilde vatana ihanetten yargılanıp cezalandırılıyorlardı.” (s. 25)
Peki toplumdaki kadınların ve kölelerin yeri hakkındaki şu duruma ne dersiniz?
“Atina demokrasisinde kadınların toplum hayatında yeri yok. Onlar sadece dini törenlere ve festivallere katılabiliyorlar. Kadınlar ikinci sınıf insan sayılıyor.
Atina’da siyasal haklara sahip olmayan gruplardan biri de köleler. İşin tuhaf tarafı, demokrasi geliştikçe kölelerin sayısı da artıyor. Ülke zenginleştikçe ekonomik durumu iyi olan vatandaşlar giderek daha çok köle satın alarak bunları tarımda, yol yapımında ve madenlerde çalıştırıyorlar. Köleler sahibinin malı. Onların alınıp satılmaları serbest. Vatandaşlık hakları yok. Sahipleri tarafından dövülmelerine de engel yok.” (s. 25)
İşte dine (Atina örneğinde, çok tanrılı dine) dayalı tarım toplumlarında sözde “demokrasi” böyle oluyor:
Feodal yapının önüne sandık da koysanız, sandıktan kadın hakları ve insan hakları çıkmıyor!
Evrensel insan haklarına dayalı çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasi için insanlık, önce sermaye sınıfının ve sonra da işçi sınıfının gelişmesini beklemek zorunda…
Ama bu da yetmiyor, insan haklarına dayalı siyasal bilincin de gelişmesi gerek.
Öymen işte bu süreci anlatıyor:
Sermayeyle, emeğin ve siyasetin…
Demokratlarla, diktatörlerin…
İç içe geçmiş savaşımı…
Bu savaşım sonunda demokratik ideolojinin gelişimi…
Ve bu ideolojinin Osmanlı-Cumhuriyet çizgisindeki yansımaları çok iyi özetlenmiş.
***
Kitap pek doğal olarak günümüz Türkiye’sinin demokrasi sorunlarıyla son buluyor.
Bu bölümdeki değerlendirmelerde Öymen de (aynen benim ve pek çok yazarın yaptığı gibi) uluslararası araştırmaları ve bu araştırmaların verilerini kullanmış.
Sonuç olarak durum hiç de iç açıcı değil elbette…
Ama Öymen umutlu ve izlenecek yolu da belirtiyor son cümlesinde:
“İşte bu ortamda bütün siyasal partilerin, basının, meslek kuruluşlarının, yargının ve vatandaşların görevi, Atatürk’ün gösterdiği uygarlık yolunda ilerleyerek demokrasiyi yaşatmak, laikliğe ve özgürlüklere sahip çıkmak, demokrasinin eksiksiz işlemesine ve adil seçimlerle iktidarların el değiştirmesine yardımcı olmaktır.” (s 457)
***
Tüm demokratlar için bir başucu kitabı yazmış Öymen!
Yorum Gönder