Bölgesel faciaya doğru bir adım daha atıldı; BM destekli Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi, üst düzey dört Hizbullah yetkilisi hakkında tutuklama kararı çıkardı. Bu ne sıradan bir olay, ne de sadece Lübnan’ı ilgilendiriyor. Öyle olmadığını daha iyi anlatabilmek için, bölgeyi yakından izlemeyenler için kısa bir hatırlatma yapalım.
Beş buçuk yıl önce, Lübnan Başbakan’ı Refik Hariri bir suikasta kurban gitmişti. Hariri, sadece Lübnan için değil, bölge denklemi açısından kilit bir isimdi. ABD başta olmak üzere Batı dünyası ve bölgede Suudi Arabistan başta olmak üzere Batı müttefiki ülkeler, İran ve Suriye cephesine karşı sonuna kadar Hariri’yi destekliyordu. Bu, sadece Lübnan’a ilişkin bir güç dengesi hesabı değil, bölgesel güç dengesi açısından çok önemli bir konuydu. Zira, İran destekli Şii Hizbullah Lübnan’da tartışılmaz bir güç merkezi idi, ülkede Suriye nüfuzu belirleyici idi ve bölgesel güç dengesinin değişimi açısından Lübnan’da Suriye ve Hizbullah’ın gücünün kırılması gerekiyordu.
Karşılıklı hamleler
2004 yılının sonuna doğru ileri bir hamle olarak, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına ilişkin BM kararı çıktıktan kısa bir süre sonra Hariri öldürüldü ve kıyamet koptu. Hariri yanlılarının ‘Sedir devrimi’ adı verilen gösterilerinden sonra uluslararası camianın baskısı ile, Suriye 1976’dan beri Lübnan’da bulundurduğu askerlerini çekmek zorunda kaldı, ancak Hizbullah’ın silahsızlandırılması konusundaki çabalar sonuç vermedi. Hariri suikastını uluslararası baskıya dönüştüren diğer adım, suikastı uluslararası düzeyde araştırmak üzere Lübnan Özel Mahkemesi’nin kurulması oldu. 2005 yılından bu yana, Lübnan’da olanlar ve bu mahkemenin işleyişi, tam bir karşılıklı hamleler seyridir. Son olarak, Arap baharının başlamasından hemen önce, Lübnan’da bu mahkemenin kararlarının tanınıp tanınmaması konusunda yaşanan kriz doruğa çıkmıştı. Hizbullah öncülüğündeki ittifak, ilk kez Lübnan siyasetine açıkça ağırlığını koydu.
Sonuçta Hizbullah güçlendi
Şimdi, bir yandan Suriye üzerinde muhalif ayaklanma dolayısı ile baskılar artar ve radikal bir rejim değişimi yani Suriye’nin İran ittifakından kopuşunun yolları aranırken, Lübnan’da Hizbullah’a açıkça darbe vurulmaya girişilmesi, bölgesel bir savaşın göze alındığının işareti olarak görülebilir. Daha önce göze alınan 2006 İsrail savaşı bildiğiniz gibi sonuç vermemişti. Daha doğrusu, Batı dünyasının ve onların bölgedeki müttefikleri olan Sünni ülkelerin istediği sonucu vermedi, tam tersi oldu, Hizbullah güçlendi ve İran nüfuzu arttı.
Batı dünyasının ‘Arap baharı’nı bu kadar heyecanla desteklemesinin nedeni, demokrasi hevesinden ziyade, bölgede artan ve engellenmesi giderek daha güç hale gelen, Batı karşıtı hava ve İran nüfuzuna karşı, toplumsal meşruiyet ile tazelenmiş bir ‘Sünni kalkanı’ oluşturma gayretidir. Bu çerçevede en önemli adımlardan biri, Filistin davasının ve onun Arap kamuoyunda en meşru temsilcisi olarak görülen, ‘Hamas’ın hamiliği rolünün Suriye ve İran’dan alınarak tekrar Sünni ülkelere verilmesi idi. Bu süreç şimdilik başarılı biçimde gerçekleştirildi; Hamas, Şam’dan Katar’a taşındı, Hamas-El Fetih uzlaşması sağlandı, Mısır bu süreçte aktör olarak öne çıktı. Suriye’de muhalefet hareketinin uluslararası imkânı böyle oluştu. Şimdi, aynı imkânın Lübnan’da nelere yol açacağını göreceğiz.
Sünni dünyadan çıt çıkmadı
Lübnan Hizbullah’ı sadece Lübnan’da değil, meşhur deyim ile ‘Arap sokağı’nda, İsrail’e karşı yürüttüğü mücadele nedeniyle büyük bir prestije sahip. Hizbullah’a karşı yapılan tüm hamlelerin şimdiye kadar boşa çıkmasının en büyük nedenlerinden biri bu. Ancak, şimdi Hizbullah ve Suriye’nin Filistin direnişi ile bağı neredeyse koparılmış vaziyette. Hizbullah’ın Filistin için Nakba gününde düzenlediği gösterilerde İsrail askerleri 12 göstericiyi öldürdü, daha sonra benzer bir olay Suriye’nin Golan tepelerinde düzenlediği gösteride yaşandı. Bizim İslamcı veya muhafazakârlar dahil, Sünni dünyadan çıt çıkmadı.
Hayra alamet değil
Belli ki, Batı dünyasının, Hizbullah’ı bölgede İran’ın uzantısı olan bir Şii örgüt olarak gösterme gayreti, Arapların bahar havasına fazlasıyla uyacak. Zaten, Sünni rejimler, öteden beri ama özellikle de 2006’da yaşanan İsrail savaşı sonrası, Hizbullah’ın kazandığı prestijin önünü kesmek üzere, ‘Şiileşme tehlikesi’ propagandası yürütmekte idiler. Şimdi, bu söylem daha da öne çıkacak gibi görünüyor. Bizim eski mücahitler zaten, Sünni dünyanın politikalarına ayak uydurma konusunda ne kadar maharetli olduklarını göstermiş bulunuyorlar, bu duruma da uyum sağlamakta zorluk çekeceklerini sanmıyorum.
Kısacası, durum bu! Ama bu durum hiç hayra alamet bir durum değil. Batı dünyası açısından İslam devrimi ile başlayan ve aslında hiç sakinleşmeyen İran merkezli kriz bir kez daha derinleşiyor. Krizin başlangıcı olan İslam devrimi sonrası, bölgede Irak’ın vekâlet ettiği savaş iki taraftan bir milyon insanın canına mal olmuştu. Şimdi umalım ki, krizin son durağında yine vekâleten savaşlar ile bölgede iktidar savaşlarının maliyeti, bir kez daha, bölgede yaşayan insanların canı, malı ve geleceklerinin feda edilmesi olmaz.
Yorum Gönder