Balbay esareti anlatıyor: Davayı sorgulamayanların hiç mi suçu yok?
Balbay’la bugüne kadar cezaevine nasıl girdiğini, orada nasıl yaşadığını, çıktıktan sonra neler hissettiğini konuştuk. Şimdi sıra geldi Ergenekon davasıyla ilgili süreç ve siyasi değerlendirmelerine...
4 yıl 278 gün sonra özgürlüğüne kavuşan bir insana bunu sormak kolay değil ama üç kritik soruyu arka arkaya sıraladık Balbay’a “1Balbay’ın hiç mi suçu yok?” “2Pişmanlık duyduğu hiç mi bir şey yok?”, “3 Sizin açınızdan yaşanan hukuksuzluklar temel olarak nelerdi?” Anlatıyor:
“‘Balbay’ın hiç mi suçu yok’ diyenlerin öncelikle bu davayı sorgulamalarını dilerdim. Bu ana kadar benimle söyleşi yapan birçok gazete, televizyon oldu. Kimseyi özellikle hedef almıyorum, ama ‘Süreçteki hukuksuzlukları sıralar mısınız?’ diye soran olmadı. ‘Onu biliyoruz, geç’ diyorlar... Herkes yargılamadaki hukuksuzluğu kanıksamış, ‘Ya bu kadar suçlama var, biri bile doğru değil mi?’ demeye başlamış. Bu, Nasreddin Hoca’nın ‘Hırsızın hiç mi kabahati yok’ demesine benziyor. Bana bu soruyu soranların, en azından ‘Balbay’ı yargılayanların hiç mi kabahati yok’ diye sormaları gerekirdi diye düşünüyorum. Ben şimdi, dört gözle gerekçeli kararı bekliyorum. Bu satırları okuyanlar, ‘3 bin saat hâkim karşısında kaldın’ demesinler. Gerekçeli karar çıktıktan sonra asıl hukuk mücadelesi ortaya çıkacak. Ben ilk günden beri, kendimden adım kadar eminim. O kadar vicdanım rahat ki, beni sevenlerin, bana inananların ‘Acaba gerekçeden sonra söyleyecek sözümüz kalmaz mı?’ diye düşünmemelerini dilerim. Çünkü ben gerekçeli karardan sonra çok daha net konuşacağım. Neyi suç olarak görmüşler, neyi görmemişler anlayacağız.”
“Bence bu dönem henüz tartışılmaya başlanmadı bile. Çünkü daha dönemin içinden geçiyoruz. Benim durumum şu; tıpkı 2003-2006 arasında Türkiye’nin nasıl gerilimlerin içinden geçtiğini cesaretle yazdımsa, şimdi de bu yargılamaların yargılama olmadığını aynı cesaretle haykıran
benim. Ben mesleğime inandım ve geldiğim bir ekol var, Uğur Mumcu ekolü. Belgecilikte ve yurtseverlikte Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı ekolünden geldim. Onlarla birlikte büyüdüm. Mumcu’nun mesai arkadaşı, Kışlalı’nın oda komşusu oldum. Hatırlarsanız, Güldal Mumcu, ilk tutuklanmamda ‘Bu tabloda Uğur Mumcu da Ergenekon’dan tutuklanabilirdi’ dedi. Benim gazetemde çıkan manşetlerimden, kitaplarımdan birini çıkarsınlar ve desinler ki, ‘Balbay senin şu faaliyetin hükümeti devirmeye yönelikti.’ Ama eğer ‘sen şu manşetle falanca kişinin ekmeğine yağ sürdün’ diyorlarsa, bilmeliler ki her manşetin sevindirdiği, kızdırdığı insanlar vardır. Mesela askerle samimi olmak... Sormak isterim. ‘askerle samimi olmak’ diye bir suç mu var? Yakın diyalog diye bir suç mu var? Ben, karşılaştığım herkesle selamlaşırım, insani ilişki kurmaya çalışırım. Günter Wallraff’ın bir kitabı var ‘En Alttakiler’ diye. Wallraff, o kitap için Türklerle madene girdi, garsonluk yaptı, çöpçülük, dönercilik yaptı. Yani bir şeyi iyi tanımanız için onunla temasınız olması lazım. Ben bütün siyasilerle, bürokratlarla, askerlerle haber alma kaygısı dışında hiçbir şey gütmeden temas kurdum.”
“Savcı tutukluluk kararının açıklanacağı zaman aynen şunu söyledi; ‘Ankara’nın bütün protokollerinde varsın, nasıl oluyor bu?’ Ben katılabildiğim kadar çok toplantıya, sofraya katılmaya çalışırdım. Mesela bir sofra... Müsteşar, yüksek yargı mensubu ağırlıklı ya da belediye başkanı, eski bakan, emekli asker ağırlıklı bir sofra. Orada diyelim ki AB ile ilgili bir konu gündemdeyse, o konuya yakın bir bürokratın yanına sandalye çeker otururdum. Herkes şunu derdi; ‘Bu haftaki haber onda.’”
Konuşmanın seyrinden biz anlıyoruz ama yine de anımsatmakta yarar var Balbay’a “Pişmanlık duyduğun bir haber var mı?” Hemen araya giriyor:
“Ben, haberlerle ilgili zaman zaman açıklama geldiğinde hemen ertesi gün belgesini yayımlardım. Arşivler ortada. Ben şimdi pür gazetecilik düşündüm diye mi pişmanlık duyacağım? Bence bütün bunlar açığa çıktığında, yani bugünkü asker-iktidar-Çankaya-devlet bürokrasisi arasındaki ilişkiler ortaya çıktığında, ilk ‘keşke...’ diyenler, bugün bana saldıranlar olacak.”
“Bir kere yasalara uymama vardı. Biz mevcut yasalara uyulmasını istiyorduk. Delil hukukuna uyulmadı, deliller tartışılmadı. Tanıklar dinlenmedi. Sanıklar bütün savunmalarını yaptıktan sonra onlar için yeni suçlar üretildi. ‘Bu suçlara ilişkin savunma yapmak istiyorum’ denildiğinde ise ‘Savunmanızı bitirdiniz’ yanıtı verildi. Yasalara uyulmadı derken; her şey bir yana CMK’nin 134. maddesine uyulsaydı, bilgisayar verileri nasıl delil olur, bakılsa bile bu davalar çökerdi. Bu dava öyle bir kurgu haline geldi ki, dışarıdan bakan ürker, içine giren ise kaybolur. Ben kamuoyundan ‘Balbay’ın hiç mi suçu yok, yaptıkları suça girmez mi’sorusundan önce bu davaları gündemlerine almalarını, sorgulamalarını istiyorum.” Türkiye’de son yıllarda birçok kişi “darbeci” olmakla
suçlandı. Hatta Gezi Parkı’ndan bile darbe teşebbüsü çıkartıldı. Bir yandan da sivil bir darbeyle karşı karşıya olup olmadığımız tartışma konusu... Bunları anımsattığımız Balbay, “Bizler AKP döneminde ağır darbe almış kişileriz” diyor ve ekliyor:
“Bizler darbe sözcüğüyle ancak böyle yan yana geliriz. Bu darbeden güçlenerek çıkmış biri olarak değerlendirmek isterim kendimi. Ben darbe davalarını inceledim; İspanya, İtalya, Arjantin, Şili ve hatta Yunanistan somut yapılmış darbelerle ilgili yargılananların sayısı üç beş generali geçmez. Çünkü, bunu herkese yaydığınız an o kişilerin temas kurduğu herkesi darbeci ilan ettiğiniz zaman bunun sonu gelmez. O zaman sizin yaptığınız yargılama darbe diye nitelenmeye başlar, toplumda büyük bir güvensizlik oluşur. Siz kötü bir gelenek başlatmış olursunuz. Size yönelik eleştirileri, darbe olarak algılamaya başlarsınız.”
Balbay TBMM Genel Kurulu’nda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu eleştirirken, bakana “Avutoğlu” diye takılmış, Bakan Davutoğlu’nun yanıtı ise “Balbay’ın da ‘b’sini düşürdüğünüzde sizin sivil olduğunuz halde ‘albay’lık yaparak bir darbe teşebbüsünde bulunduğunuz suçlamasını teyit etmiş olursunuz mu demem beklenirdi” demişti. Bu sözleri anımsatıyoruz Balbay’a... Davutoğlu’nun tahammülsüzlük örneği gösterdiğini belirten Balbay, devam ediyor:
“Avutmak, Türkçede anlamı olan, kullanılan bir sözdür. Kendisinin Dışişleri Bakanı olarak bu küçük eleştiriyi göğüsleyebilecek bir durumda olması gerekirdi. Ama anlaşılan sıfır tolerans ve sıfır diyalog... Ama ben her şeye rağmen özgürlükte Davutoğlu’nu konuşabileceğim, tartışabileceğim biri olarak görüyorum.”
Balbay aynı Genel Kurul’da biraz eleştirel konuşunca, “AKP’nin yaptığı anayasa değişikliği ile çıktı, teşekkür etmesi gerekirdi” tepkileri yükselmişti. Biraz da takılarak “Neden teşekkür etmediniz” diye soruyoruz kendisine ve anlatıyor:“Anayasa Mahkemesi, milletvekili seçildiği gün bırakılmalıydı diyor. Baştaki yıllarım bir yana, son 2.5 yılıma kim ne diyecek? Bu yolla hukukun önünün açıldığını, adaletin geldiğini düşünenlerin bana batırmak istedikleri topluiğneyi kabul ediyorum, ama şu şartla; bu adalet yolunun genişlemesi, haksız yargılamaların tümünün kalkması koşuluyla.”
BİTTİ
4 yıl 278 gün sonra özgürlüğüne kavuşan bir insana bunu sormak kolay değil ama üç kritik soruyu arka arkaya sıraladık Balbay’a “1Balbay’ın hiç mi suçu yok?” “2Pişmanlık duyduğu hiç mi bir şey yok?”, “3 Sizin açınızdan yaşanan hukuksuzluklar temel olarak nelerdi?” Anlatıyor:
“‘Balbay’ın hiç mi suçu yok’ diyenlerin öncelikle bu davayı sorgulamalarını dilerdim. Bu ana kadar benimle söyleşi yapan birçok gazete, televizyon oldu. Kimseyi özellikle hedef almıyorum, ama ‘Süreçteki hukuksuzlukları sıralar mısınız?’ diye soran olmadı. ‘Onu biliyoruz, geç’ diyorlar... Herkes yargılamadaki hukuksuzluğu kanıksamış, ‘Ya bu kadar suçlama var, biri bile doğru değil mi?’ demeye başlamış. Bu, Nasreddin Hoca’nın ‘Hırsızın hiç mi kabahati yok’ demesine benziyor. Bana bu soruyu soranların, en azından ‘Balbay’ı yargılayanların hiç mi kabahati yok’ diye sormaları gerekirdi diye düşünüyorum. Ben şimdi, dört gözle gerekçeli kararı bekliyorum. Bu satırları okuyanlar, ‘3 bin saat hâkim karşısında kaldın’ demesinler. Gerekçeli karar çıktıktan sonra asıl hukuk mücadelesi ortaya çıkacak. Ben ilk günden beri, kendimden adım kadar eminim. O kadar vicdanım rahat ki, beni sevenlerin, bana inananların ‘Acaba gerekçeden sonra söyleyecek sözümüz kalmaz mı?’ diye düşünmemelerini dilerim. Çünkü ben gerekçeli karardan sonra çok daha net konuşacağım. Neyi suç olarak görmüşler, neyi görmemişler anlayacağız.”
Yakın diyalog diye bir suç var mı?
“Ankara’da belgeden suç üretmeye başladığınız zaman, dışarıda gazeteci kalmaz” diyen Balbay, benzer haberlerden bir dönem “devleti çökertme suçu”, başka bir dönem ise “demokrasiyi yüceltme” anlamı çıkarıldığını belirtirken devam ediyor:“Bence bu dönem henüz tartışılmaya başlanmadı bile. Çünkü daha dönemin içinden geçiyoruz. Benim durumum şu; tıpkı 2003-2006 arasında Türkiye’nin nasıl gerilimlerin içinden geçtiğini cesaretle yazdımsa, şimdi de bu yargılamaların yargılama olmadığını aynı cesaretle haykıran
benim. Ben mesleğime inandım ve geldiğim bir ekol var, Uğur Mumcu ekolü. Belgecilikte ve yurtseverlikte Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı ekolünden geldim. Onlarla birlikte büyüdüm. Mumcu’nun mesai arkadaşı, Kışlalı’nın oda komşusu oldum. Hatırlarsanız, Güldal Mumcu, ilk tutuklanmamda ‘Bu tabloda Uğur Mumcu da Ergenekon’dan tutuklanabilirdi’ dedi. Benim gazetemde çıkan manşetlerimden, kitaplarımdan birini çıkarsınlar ve desinler ki, ‘Balbay senin şu faaliyetin hükümeti devirmeye yönelikti.’ Ama eğer ‘sen şu manşetle falanca kişinin ekmeğine yağ sürdün’ diyorlarsa, bilmeliler ki her manşetin sevindirdiği, kızdırdığı insanlar vardır. Mesela askerle samimi olmak... Sormak isterim. ‘askerle samimi olmak’ diye bir suç mu var? Yakın diyalog diye bir suç mu var? Ben, karşılaştığım herkesle selamlaşırım, insani ilişki kurmaya çalışırım. Günter Wallraff’ın bir kitabı var ‘En Alttakiler’ diye. Wallraff, o kitap için Türklerle madene girdi, garsonluk yaptı, çöpçülük, dönercilik yaptı. Yani bir şeyi iyi tanımanız için onunla temasınız olması lazım. Ben bütün siyasilerle, bürokratlarla, askerlerle haber alma kaygısı dışında hiçbir şey gütmeden temas kurdum.”
Asıl AKP bana darbe yaptı
Balbay, katıldığı toplantıların, etkinliklerin de sorguda karşısına çıktığını anlatırken şöyle devam ediyor:“Savcı tutukluluk kararının açıklanacağı zaman aynen şunu söyledi; ‘Ankara’nın bütün protokollerinde varsın, nasıl oluyor bu?’ Ben katılabildiğim kadar çok toplantıya, sofraya katılmaya çalışırdım. Mesela bir sofra... Müsteşar, yüksek yargı mensubu ağırlıklı ya da belediye başkanı, eski bakan, emekli asker ağırlıklı bir sofra. Orada diyelim ki AB ile ilgili bir konu gündemdeyse, o konuya yakın bir bürokratın yanına sandalye çeker otururdum. Herkes şunu derdi; ‘Bu haftaki haber onda.’”
Konuşmanın seyrinden biz anlıyoruz ama yine de anımsatmakta yarar var Balbay’a “Pişmanlık duyduğun bir haber var mı?” Hemen araya giriyor:
“Ben, haberlerle ilgili zaman zaman açıklama geldiğinde hemen ertesi gün belgesini yayımlardım. Arşivler ortada. Ben şimdi pür gazetecilik düşündüm diye mi pişmanlık duyacağım? Bence bütün bunlar açığa çıktığında, yani bugünkü asker-iktidar-Çankaya-devlet bürokrasisi arasındaki ilişkiler ortaya çıktığında, ilk ‘keşke...’ diyenler, bugün bana saldıranlar olacak.”
Deliller tartışılmadı
Ergenekon davasıyla ilgili o kadar yoğun bir bilgi kirliliği oluştu ki, biz gazeteciler bile sanıkların temel itiraz noktalarını zaman zaman karıştırıyoruz. Peki Balbay’a göre kendi açısından “Ergenekon’daki hukuksuzluklar” nelerdi? Yine kendisinden dinleyelim:“Bir kere yasalara uymama vardı. Biz mevcut yasalara uyulmasını istiyorduk. Delil hukukuna uyulmadı, deliller tartışılmadı. Tanıklar dinlenmedi. Sanıklar bütün savunmalarını yaptıktan sonra onlar için yeni suçlar üretildi. ‘Bu suçlara ilişkin savunma yapmak istiyorum’ denildiğinde ise ‘Savunmanızı bitirdiniz’ yanıtı verildi. Yasalara uyulmadı derken; her şey bir yana CMK’nin 134. maddesine uyulsaydı, bilgisayar verileri nasıl delil olur, bakılsa bile bu davalar çökerdi. Bu dava öyle bir kurgu haline geldi ki, dışarıdan bakan ürker, içine giren ise kaybolur. Ben kamuoyundan ‘Balbay’ın hiç mi suçu yok, yaptıkları suça girmez mi’sorusundan önce bu davaları gündemlerine almalarını, sorgulamalarını istiyorum.” Türkiye’de son yıllarda birçok kişi “darbeci” olmakla
suçlandı. Hatta Gezi Parkı’ndan bile darbe teşebbüsü çıkartıldı. Bir yandan da sivil bir darbeyle karşı karşıya olup olmadığımız tartışma konusu... Bunları anımsattığımız Balbay, “Bizler AKP döneminde ağır darbe almış kişileriz” diyor ve ekliyor:
“Bizler darbe sözcüğüyle ancak böyle yan yana geliriz. Bu darbeden güçlenerek çıkmış biri olarak değerlendirmek isterim kendimi. Ben darbe davalarını inceledim; İspanya, İtalya, Arjantin, Şili ve hatta Yunanistan somut yapılmış darbelerle ilgili yargılananların sayısı üç beş generali geçmez. Çünkü, bunu herkese yaydığınız an o kişilerin temas kurduğu herkesi darbeci ilan ettiğiniz zaman bunun sonu gelmez. O zaman sizin yaptığınız yargılama darbe diye nitelenmeye başlar, toplumda büyük bir güvensizlik oluşur. Siz kötü bir gelenek başlatmış olursunuz. Size yönelik eleştirileri, darbe olarak algılamaya başlarsınız.”
Balbay TBMM Genel Kurulu’nda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu eleştirirken, bakana “Avutoğlu” diye takılmış, Bakan Davutoğlu’nun yanıtı ise “Balbay’ın da ‘b’sini düşürdüğünüzde sizin sivil olduğunuz halde ‘albay’lık yaparak bir darbe teşebbüsünde bulunduğunuz suçlamasını teyit etmiş olursunuz mu demem beklenirdi” demişti. Bu sözleri anımsatıyoruz Balbay’a... Davutoğlu’nun tahammülsüzlük örneği gösterdiğini belirten Balbay, devam ediyor:
“Avutmak, Türkçede anlamı olan, kullanılan bir sözdür. Kendisinin Dışişleri Bakanı olarak bu küçük eleştiriyi göğüsleyebilecek bir durumda olması gerekirdi. Ama anlaşılan sıfır tolerans ve sıfır diyalog... Ama ben her şeye rağmen özgürlükte Davutoğlu’nu konuşabileceğim, tartışabileceğim biri olarak görüyorum.”
Balbay aynı Genel Kurul’da biraz eleştirel konuşunca, “AKP’nin yaptığı anayasa değişikliği ile çıktı, teşekkür etmesi gerekirdi” tepkileri yükselmişti. Biraz da takılarak “Neden teşekkür etmediniz” diye soruyoruz kendisine ve anlatıyor:“Anayasa Mahkemesi, milletvekili seçildiği gün bırakılmalıydı diyor. Baştaki yıllarım bir yana, son 2.5 yılıma kim ne diyecek? Bu yolla hukukun önünün açıldığını, adaletin geldiğini düşünenlerin bana batırmak istedikleri topluiğneyi kabul ediyorum, ama şu şartla; bu adalet yolunun genişlemesi, haksız yargılamaların tümünün kalkması koşuluyla.”
Yasalar değişmeli
“Bir genel affı mı kastediyorsunuz?” diye soruyoruz. Daha kapsamlı bir çözüme işaret ediyor Balbay: “Benim gördüğüm, çözüm için yasalarda değişiklik yapmak gerekiyor. Terör yasaları ve devlete yönelik suçlarla ilgili yasalarda daha daraltıcı ve netleştirici çalışmalar yapılırsa bugünkü KCK, Balyoz, Ergenekon... Pek çoğunun konusunun çok daralacağını ve beraberinde özgürlüklerin geleceğini düşünüyorum. Bu şekilde bir çözüm aranmazsa ya kişisel çözümler ortaya çıkıyor ya da dönemsel çözümler ortaya çıkıyor. Bunların da hukuk güvenliği yok. Ben bundan sonraki mücadele yaşamımın önemli bir parçasını bu konulara ayırmak istiyorum.” Peki kendisi cezaevindeyken KCK davalarını izleyebildi mi, bunlarla ilgili ne düşünüyor? “En az Ergenekon kadar vahim” diyor ve ekliyor: “İki KCK iddianamesini okudum. Gerçekten çok vahim... Örneğin kimi derneklerle ilgili davada önce ‘her türlü örgütlenmeyi yapabilirsiniz’ demişler, sonra da ‘bu şehir örgütlenmesi’ deyip terör örgütüne katmışlar. Bu herkesi doğrudan terörist olarak suçlamaktan daha kötü bir durum.” Peki, Balbay, Ergenekon davasının Yargıtay aşamasından ne bekliyor? “Önce gerekçeli kararın çıkmasını bekliyorum. Gerekçeli karar iyi bir zemin olacak. Bu suçlamaların hangi gerekçelere dayandığını göreceğiz. Yargıtay aşamasında da her ne olursa olsun hukuk arayacağız.” Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla Balbay tahliye edildi. Ancak hakkındaki yurtdışı çıkış yasağı kaldırılmadı. Balbay, bu konuda da “Anayasa Mahkemesi, ‘Balbay’ın hak mağduriyetini giderin’ dedi. Yerel mahkeme de ‘Tamam gideriyorum, ama bu mağduriyeti kısıtlıyorum’ dedi. Yerel mahkeme, yurtdışı yasağıyla Anayasa Mahkemesi’ne karşı bir karar almış oldu. Bu bağlamda karara itiraz ettik” diyor.BİTTİ