Yüzde 50 oranıyla iktidar koltuğuna oturan AKP acaba Ortadoğu’da yaşananlardan, Irak’ta Şii-Sünni çatışmasından, Libya’da aşiretlerin birbirlerini boğazlamasından, ABD Büyükelçisi J. Christopher Stevens ve üç konsolosluk görevlisinin diri diri yakılmasından bir ders çıkarabildi mi?
Bingazi’deki insanlık dışı dehşetin dün gazetelerde çıkan fotoğraflarına bakınca, Kaddafi’nin o ağır yaralı görüntüleri geldi aklıma.
Yüzü kan içindeydi ve çevresindeki silahlı isyancılara yalvarıyordu:
“Ben sizin babanızım!”
Sonra yıllar önceye gittim.
Irak’ta Saddam’ın yakalanış anı, yargı süreci ve darağacında boynuna yağlı urgan geçirilip idam edilişi...
Mısır’da Mübarek’in demir kafes içinde, bir karyolaya yatırılarak yargılanması oğullarıyla birlikte.
***
Kim ölürse ölsün, benim içim acır!
Sevinemem!
Çünkü ölümler ülkesinde geçiyor yaşamımız...
Gençlik yıllarımız da böyle geçmişti zaten...
Genç ölümler!
Darağacında sallanan arkadaşlarımız, faili meçhul cinayetler, Deniz’ler, Mahir’ler, Hüseyin’ler, Saffet’ler, Orhan’lar, Yusuf’lar ve daha niceleri...
17 yaşındaki Erdal Eren’i darağacına götüren 12 Eylül askeri faşist rejiminin başı olan Evren, bu kanın hesabını vereceği yerde, 100. yaşını kutlayacak tam 100 mum dikilmiş pastasını keserken.
Her diktatörün, baskıcı rejimlerin bir sonu vardır...
Hele hele Ortadoğu gibi belalı ülkelerde kendi çıkarları için her yolu deneyen, kimi ülkeleri NATO palavrasıyla, “müttefik” numarasıyla taşeron olarak kullanan emperyalist güçler, hiç beklemedikleri an başlarına iş açarlar.
***
Şöyle bir düşünün isterseniz...
ABD, Saddam’ı devirmek için önce yakınındakileri yanına çekti gizlice, ardından da savaş uçaklarıyla Bağdat’ı bombaladı.
ABD, Irak’a demokrasi ve özgürlük getirecekti...
Sıcak odalarımızda bir savaş filmi izler gibi, o atılan misket bombalarının karanlık gökyüzüne ışıklar saçması, çoğumuzun ne denli hoşuna gitmiş, sevindirmişti:
“Oh be, eli kanlı diktatörler gidiyor!”
Bizim sözde liberallerin o yıllarda neler yazdıklarını arşivlere girip okuyabilirsiniz...
Mutluluktan uçuyorlardı...
O uçaklar bomba yağdırıyordu yoksul halkın evlerine... Kadınlar, gençler, yaşlılar ve çocuklar ölüyordu.
Peki şimdi Irak’a demokrasi ve özgürlük geldi mi?
***
Bir buçuk milyon sivil öldü, o kadar insan sakat kaldı...
Şii-Sünni çatışmasında haftada 100 kişi ölüyor çoğu zaman.
Kahire’de Tahrir Alanı’na çıkan milyonlar, demokrasi ve özgürlük isterken ne oldu?
Mübarek devrildi, seçimler yapıldı, Müslüman Kardeşler güçlendi, şeriata giden yol açıldı.
Tunus’ta da aynı şeyler oldu... Afganistan’da Taliban daha da güçlendi.
Şimdi sıra Suriye’de...
Bir ölümcül gitgel içinde çırpınıp duruyoruz...
Yaşamın derin dehlizlerinde dolaşıyoruz.
Her gün benim ülkemde şehit cenazeleri kalkıyor, Ankara’nın göbeğine Lozan Parkı’na sığınmacılar mukavvadan evler kuruyor.
30 bin Iraklı, Afgan ve İranlı sığınmacı Türkiye’de bugün.
***
Tutkunun da bir derinliği vardır, sevdanın, aşkın olduğu gibi.
İnsan olmanın değerleri de vardır ama pek bilinmez, yaşamadan anlaşılmaz.
Bir siyasal parti yüzde 50 oranında oy alarak iktidara gelebilir...
Siyasetten hayat çıkar.
Umut!
Paylaşım!
Sevgi!
Çözüm!
Tutuklu Türk ve Kürt gazeteciler, siyasetçiler, yazarlar...
Kimi Ergenekon, kimi Odatv, kimi KCK davasında...
Şehit cenazeleri ve kan üzerinden siyaset yapılmaz.
Yorum Gönder