Başbakan Erdoğan dün partisinin Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde son derece ilginç bir konuşma yaptı. Sezaryenle doğuma karşı olduğunu söyledikten sonra sözü kürtaja getirdi ve “Her kürtaj bir Uludere’dir” dedi...
Başbakan’ın “Uludere”den kastı ne? Şırnak’ın Uludere ilçesinde mazot kaçakçılığı yapan 34 kişinin, 28 Aralık 2011’de terörist sanılarak öldürülmesi... Yani kendisinin, “Özür diledik, fazlasıyla tazminat da verdik” anlamındaki sözlerle kestirip attığı o feci olay!
Şimdi hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir şekilde bu katliamı, “kürtaj”a benzetiyor!
Demek istiyor ki; “Türkiye’de kürtaj serbest olduğu için, her gün Uludere’de öldürülenler kadar çocuk katlediliyor...”
İşin “kürtaj” tarafını bir yana bırakalım; savunulacak tarafları da var karşı çıkılacak tarafları da...
Ben bu sözlerin “Uludere”yle ilgili bölümüne takılıp kaldım.
Başbakan, kürtaj konusundaki görüşünü haklı çıkarmak için de olsa madem Uludere’nin bir “katliam” olduğu fikrine katılıyor...
O zaman neden gereğini yapmıyor?
Diyeceksiniz ki, “Yapmış işte, özür dilemiş, fazlasıyla tazminat vermiş...”
Hukuk devletlerinde böyle yaptırım olmaz...
Sorumlular bulunur ve hesap sorulur...
Oysa aradan geçen beş ayı aşkın sürede, emri kimin verdiği bile belirlenemedi...
Peki; Başbakan bu beş ayda, altmış yıl önce Dersim’de yaşananlar konusunda rahmetli İsmet İnönü’yü ve dönemin bakanlarını, askerlerini, hakimlerini, savcılarını kaç kez “katliamcı” ilan etti?
En az beş kez!
Dersim’in isyan mı katliam mı olduğu hâlâ tartışmalı ama kendi iktidarındaki Uludere’nin “katliam” olduğunu, dün “kürtaj” vesilesiyle de olsa kendi söyledi...
***
Eğer her kürtaj bir Uludere’yse...
Ve Uludere de bir cinayetse, katliamsa...
Bu durumda devlet eliyle işlenen bu katliamın, siyasetçi, asker, bürokrat bütün sorumlularının hesap vermesi gerekiyor!
Operasyonda yetkisi bulunan herkesin istifa ettirilerek ya da görevlerinden alınarak yargılanması kaçınılmaz hale geliyor...
Madem Dersim’in bir numaralı sorumlusu olarak, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü görebiliyor; o zaman bugünkü icraatın başı olarak kendisinin de kendi iktidarında meydana gelen bu facianın hesabını, siyaseten vermesi kaçınılmaz bir hal alıyor!
Peki; Başbakan, bu hesabı verir mi?
Bu dünyadakini soruyorsanız...
Çok beklersiniz!
*****
FENER!
Almanya’da sanıkları bir yılda mahkum edilen Deniz Feneri soruşturması, bildiğiniz gibi Türkiye’de tam üç yıl sürdü.
Sonuçta bazı sanıklar tutuklandı ama birkaç ay sonra hepsi serbest kaldı... Onların yerine savcılar sanık durumuna düştü.
Ve asıl sanıklara isnat edilen suç, “örgüt” kapsamından da çıkarıldı.
Gelinen son aşama ise hayli düşündürücü:
Dava nihayet başlayacakmış ama tam 45 gündür davaya bakacak mahkeme belirlenemiyormuş!
Ankara, İstanbul’un bakmasını istiyormuş...
İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ise “yetkisiz” olduğu düşüncesiyle davayı bir türlü açmıyormuş...
Eeeee; hakimler de haklı...
Ne de olsa, dokunan yanıyor!
*****
Günün Sorusu
Başbakan dün ve önceki gün yaptığı konuşmalarda sezaryenle doğumu eleştirdi, zorunlu olmayan kürtajı ise cinayet olarak değerlendirdi. Bu sözlere en sert tepki bir kadından, CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’dan geldi... Nazlıaka, “Başbakan’ın kadın bedeni üzerinden siyaset yapmasını hazin buluyorum. Başbakan ‘vajina’ bekçiliğini bıraksın” dedi... Sorum size:
Size göre Başbakan, bu sert sözler karşısında ne yapar?
****
Çocukluk kahramanlarımızdan biri daha aramızdan ayrıldı!
Çocukluğumuzun kahramanları tek tek gidiyor... Dün de Orhan Boran mendil salladı dünyaya...
Yaşı 20’nin altında olanlar pek bilmez ama en azından adını duymuşlardır. 1950-2000 arasının en ünlü isimlerinden biriydi o...
Bugün stand-up denilen “ayaküstü gırgırı”nın Türkiye’deki mucidiydi...
Yıllarca gazino sahnelerinde sunum yaptı, fıkralar anlattı; ama biz onu radyodaki “Yuki’yle sohbetleriyle” tanıdık...
Mükemmel Türkçesi ile bariton sesiyle kilitlerdi hepimizi “ışıklı” radyolarımızın başına...
Kibardı, şakacıydı, alçakgönüllüydü, yaratıcıydı ve cin gibi zekiydi!
Sivas Kongresi’nde mandaya karşı çıkan Dr. Hikmet Boran’ın oğluydu... Doğal olarak cumhuriyet ilkelerine ve devrimlerine yürekten bağlıydı.
Ve iyi bir gazeteciydi!
Dünya Gazetesi’nin Londra muhabirliğini üstlendi. BBC Türkçe Servisi’nde program yaptı, haber okudu. 17 Şubat 1959’da, içinde dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in de bulunduğu uçağın, Londra’da düştüğü haberini dünyaya ilk o duyurdu.
Hürriyet ve Milliyet’te tam 25 yıl yazarlık yaptı...
***
Köşe yazarlığı yaparken radyoculuğu da bırakmadı. “Yuki” tiplemesini yarattı.
Şirin, garip, hınzır bir karakterdi Yuki... Aslında Orhan Boran’ın sesinin hızlandırılmış haliydi
Boran’ın tanıttığı şekliyle; Brezilya ormanlarında yaşayan, nesli tükenmiş bir aileden, tavşan kulaklı, sincap kuyruklu, kazma dişli, zeki bir yaratıktı...
Yuki aracılığıyla müthiş hiciv örnekleri sergiledi... Yasaklı dönemlerde bile gündelik sorunları Yuki’nin ağzından dillendirdi. Bizim nesil, Yuki’yle büyüdü...
***
O yakışıklı, alçak gönüllü, hoşsohbet adam artık yok...
Tabii Yuki de...
İkisine de huzur içinde bir uyku diliyorum .
Yorum Gönder