Bilimin Sesi, Nefesi Kesildi - Şükran Soner

YÖK, üniversiteler, rektörler... 600’den fazla öğrencinin yargısız infazdan tutuklu olmalarından en küçük bir rahatsızlık duymuyor, vicdan azabı çekmiyorlar... Zaten sayıları 5 bini bulan öğrencilerin okuldan uzaklaştırılmaları cezaları onların işi, vicdan terazisini kaybettiklerinin belgesi... Demokrasilerde, bilim kurumlarında, üniversitelerde en sıradan öğrencilik hakları arasında sayılan, en masum protestolar, günümüz iktidarlarının teslim aldığı YÖK üniversitelerinde, tüm öğrencilerin bastırılması, susturulmaları için ibret olmak üzere ağır cezalandırılması gerekli suçlardan. Üniversite kimliği yok edilmiş, susturulmuş bilim kurumlarında iktidarların sesi, yönetici olmak, görevde kalabilmenin olmazsa olmaz koşullarından biri de öğrenci kitlesini teslim almak, susturmak... Yükseköğrenim gençliğinin evrensel bilimsel araştırmalar, ölçümlemelerle karabasan eğitim endeks tabloları elbette öğretim üyeleri açısından da aynen geçerli...
Türkiye’nin gündem sıkışıklığında takılıp da bu köşeye taşıyamadığım satır arası haberlerinden birisi, Meclis Başkanı’nın anayasa değişikliği üzerinden üniversitelerden görüş gelmemesine ilişkin yakınmasıydı. Bana 12 Eylül sürecinde 4’lü yönetimin yaptığı vitrin anayasa tartışmalarına sadece üniversitelerin değil, tüm demokratik kurumların korkup katılamamalarını da anımsatmıştı. Meclis Anayasa Komisyonu’na gelen görüşlere ilişkin haberler ne kadar abartılırsa abartılsın, gerçek sadece iktidarlarının yandaş kurumları ağırlıklı, sınırlı, cılız bir katılımın olduğu gerçeği ortada. İktidarlarının hiç değilse bilim adına güdümünde olan üniversitelerden gelecek görüşlere gereksinmeleri var. Gelin görün ki yandaş üniversitelerin yönetimleri, rektörlükler, uzman bilim insanları yazılı belge olarak kalacak, bir biçimde bilim çerçevesinin korunması zorunluluğu olan taslak metinler hazırlayıp sunmakta zorluk çekiyor. Bilim çerçevesinde görüş bildirmeye ise yürekleri elvermiyor, baskı, korku dağları bekliyor...
***
Ergenekon davası kapsamında canı, sağlığı ile oynanması pahasına, yapılması gerekli tedavisi aksatılarak, yargısız infaz içerikli yıllardır süren ön tutuklulukla yatan eski Malatya Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu’na duruşma aralığında uzaktan merhaba demek için seslendiğimde, tırnakları ile büyüttüğü, saygın bilim kurumuna dönüştürmeye çalıştığı üniversitesinde yeniden geriye gidişin kimi haber de olmuş veri bilgilerini aktarıyorum... Gülümsemekle yetiniyor, Meclis Başkanı’nın yalvar yakar üniversitelerden anayasa değişikliği için görüş isteme çağrısının anlamına değinerek dolaylı yanıt vermeyi seçiyor...
“Cumhurbaşkanlığı’nın da katkılarıyla YÖK, rektörler, üniversiteler yönetimleri, özerklik rafa kalkmış tümden ellerinde, üniversitelerden anayasa değişiklikleri için bilimsel çalışma, öneri gelmiyor, Meclis Başkanı yakınmak, çağrı yapmak zorunda kalıyor... Demek ki akıl almaz bir kadrolaşmaya, bilim kurumlarının ele geçirilmiş olmasına karşın, bilim insanı, fakülte, üniversite kimliği, çatısı altında yandaş görüşler vermede sorun, korku var... Yazılı metin olarak kalacak, bilimsel görüş çerçevesinde görüş belirlemek, anayasa değişiklikleri taslakları verilmesinde zorlanılıyor... Bilim böylesine ağır baskı altında susturulmuşsa, sesi, nefesi kesilmişse bir toplum nasıl ileriye gidebilir?..” sorgulamasını yapıyor.
Hilmioğlu AKP iktidarının ilk yıllarında, kendisinin de rektör, YÖK, Üniversitelerarası Kurul üyesi olarak yaşanmış çatışmaları anımsatıyor. O tarihlerde AKP iktidarının 12 Eylül’ün antidemokratik yapısının değiştirilmesinden yana, kamuoyuna dönük siyasal bir görüntü verdiğinin altını çiziyor. Amaçlarının YÖK’ü, üniversiteleri demokratikleştirmek değil, yönetimlerini ele geçirmek, yandaş yapıp teslim almak olduğunun bugün artık tüm icraatları ve sonuçları ile ortaya çıktığını belirtiyor.
Üniversitelerin tüm yönetim kadroları ile ele geçirilmiş olarak zaten geri olan bilimsel, gelişmişlik yapılarının hızla aşağıya çekilmesinin, ülkemizin sadece bilimsel gelişmişliği değil, ekonomik-toplumsal-siyasal gelişmişliği açısından da nasıl büyük bir sorun olarak karşımıza çıktığına, geleceğimiz için tehdit oluşturduğuna parmak basıyor. Bilimin sesinin, nefesinin kesildiği bir toplumda, bir ülkenin yaşamın hiçbir alanında gerçek bir gelişmeyi yaşamasının söz konusu olamayacağını anımsatıyor. Türkiye’nin 80 yıllık Cumhuriyet gelişiminden, kazanımlarından kalan bilimsel mirası da hızla tüketmekte olmasından hayıflanıyor...
Bilimsel birikimini tüketen bir toplumda, piyasalar düzeni üzerinden geçerli görünen kimi ekonomik verilerle asla 1. sınıf bir ülke, gelişmişlik düzeyi yakalanamayacağı gerçeğinin altını çiziyor... Yaşamın hangi alanına dönük olursa olsun, piyasalar düzeni üzerinden saptanan kimi büyüme verileri ile gelişmişlik endeksleri arasındaki geriye uçurumun okumasını açıklarken “Birinci sınıf beyinlerini kaybetmiş bir ülke, üçüncü sınıf beyinlerle gerçek hiçbir gelimişliği yakalayamaz” diyor...

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget