Demokrasi Anlayışı ve Basın Özgürlüğü - Ali Sirmen

Basında yaprak dökümü bütün hızı ve hüznüyle sürüyor. Geçen hafta Hürriyet’te iki değerli yazar daha son yazılarını yazdı. Dürüst ve hünerli kalemler Özdemir İnce ve Rahmi Turan’ı çok arayacağız.
Korkarım ki, bu yazının yazılmasıyla yayımlanması arasında geçen zamanda, başka yayın organlarında yeni yaprak dökümlerine de tanık olabiliriz.
Geçiş dönemi adını verdiğimiz aslında “geçemeyiş dönemleri” dışında, Adnan Menderes ve Tayyip Erdoğan dönemleri kadar, kara devirleri olmamıştır, Türk basınının.
Her iki dönemde de, basın üzerindeki baskı yöntemleri çeşitliydi.
Her şeyden önce ceza yasaları mevcuttu.
DP muhalefetteyken kaldıracağını söylediği 141. ve 142. maddeleri ağırlaştırmıştı. TCK’nin 159. ve 161. maddeleri basına sıkça uygulanırdı.
Ayrıca basın özgürlüğü vaadiyle geldiği halde, 1954 seçimleri öncesinde çıkarılan ve tanımı iyi yapılmamış kimi suçları içeren, üstelik basına iddialarını ispat hakkı da tanımayan 6334 sayılı basın yasası, basının üzerine balyoz gibi inmişti.
Ama basını sindirmeyi amaçlayan iktidarların ona karşı ellerindeki tek koz ceza ve basın yasaları değildir.
***
Adnan Bey iktidarının elinde ekonomik kozlar da vardı.
Bunlardan birincisi, resmi ilan ve kâğıt tahsisiyle besleyerek kendine yandaş medya yaratırken aynı yöntemleri karşıtlarına baskı unsuru olarak uygulamaktı.
Bunların yanı sıra, çeşitli para cezaları maliye müfettişleri aracılığıyla, yüksek vergi cezaları da uygulanan yöntemler arasındaydı.
Şu sözler basın patronu Safa Kılıçlıoğlu tarafından 21.11.1954 günü Ankara’daki Belvü Otel’de, kendisi de basın patronu olan CHP’li Nihat Erim’e söylenmiştir:
“Üzerimdeki baskı, çeşitli şekillerde devam ediyor. Hapis hükmü temyizde.
Maliye müfettişleri 6 ay defterlerimi incelediler. Uydurma vergiler yüklemeye çalışıyorlar.
Şimdi de kâğıt vs. için Ticaret Bakanlığı’ndan ithal lisansı alamıyorum. İzmit Kâğıt Fabrikası ihtiyacı karşılamıyor. İki ay dışarıdan kâğıt getiremezsem gazete kapanır.”
İşte demokrasi olarak adlandırılan, Menderes döneminden basın manzaraları.
10 yıllık DP iktidarı, gazetelerin kapandığı, sansürlü çıktığı, basının üzerindeki baskıların yasal, ekonomik ve politik yollardan yoğunlaştığı bir dönemdir.
Ne kadar da bugüne benziyor değil mi?
***
Basın ve genelde özgürlük konusunda birbirlerine tıpatıp benzeyen bu iki liderin bir ortak noktaları da, “demokrat olduklarına” içtenlikle inanmaları. Hatta sandıktan birinci çıkanın her şeye hakkının olduğu gibi yanlış ve çok kaba bir demokrasi görüşüne inanan yandaşların da, onları demokrat olarak görmelerinde şaşıracak bir yön yoktur.
Tayyip Bey gibi Menderes de, halkın çoğunluğunun kendine oy vermiş olmasını her tasarrufunu haklı kıldığı gibi çarpık ve çağdışı bir demokrasi anlayışına sahipti.
Bu görüşte olanların elinde milli irade bir özgürlük ve demokrasi enstrümanı olmaktan çok, çoğunluk diktasının, hatta illa çoğunluk olması bile şart değil, en çok oyu almış olanın tahakküm aracı haline gelmektedir.
Bir kez en çok oyu alanın hep haklı olduğu, tasarruflarının her zaman milli iradenin tecellisi olduğu gibi, ölçü ve sınır tanımaz bir hegemonya fikrinin savunucusu oldunuz mu, o zaman muhalif basını da, o milli iradenin tecellisine engel olmaya çalışan demokrasi dışı milli irade karşıtı, tasfiye edilmesi gereken bir güç olarak algılamanız da doğal olur.
Gerek Menderes’in gerekse Tayyip Bey’in, çağdışı basın düşmanı tavırlarının temelinde aynı çarpık ve çağdışı demokrasi algısı yatmaktadır ki, bu tür bir algı milli iradeyi de bir baskı aracı haline dönüştürmektedir.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget