Sıra gelmiş ‘harem-selamlık’ teklifine! - Ruhat Mengi

Vatan yazarı Ruhat Mengi, nin 1 Mart 2012 yazısı :
Olay sadece “4+4+4” ile bitse diyeceksiniz ki “belki bunu isteyenler de gerçekten sadece eğitim açısından farklı bir görüşe sahipler”..
Diyeceksiniz ki “Belki sırf kendi eğitim yöntemleri kabul görsün ve başka kimse görüş bildirmesin istiyorlar”.. Gerçi ülkenin bütün kadın örgütleri de ayağa kalktı ve demokraside asla olamaz ama belki TÜSİAD’ın susturulması gerçekten sadece “ kendilerininkinden farklı görüşe tahammülsüzlük” tür.. Eğitimde bu formülü eleştirenler herşeye, bu “çok sesliliğe tahammülsüzlüğe” dahi katlanabilir ama bitmiyor işte.. Devamı var..

AYRI SINIF DEĞİL, AYRI OKUL..

İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği Başkanı; “4+4+4” formülü için Başbakan’la görüştüklerini ve ona “Bu sistemin öğrenciler için, özellikle Kuran kurslarında yetişecek hafızlar için çok gerekli olduğunu söylediklerini açıklamıştı, bu kez de “okullarda harem-selamlık düzenin daha uygun olduğunu” söylemiş. Alt Komisyona sunulan ve “kesintili, açıköğretimi ve kızlarla erkeklerin ayrı okullarda okutulmasını savunan” raporda;
- Beyinde cinsiyetten kaynaklanan farklılıklar,
- Öğrenmede cinsiyetten kaynaklanan farklılıklar,
- Karma ve tek cinsiyetli eğitimle ilgili görüşler yer alıyormuş. Açıklama ise değil günler, aylar boyu tartışılabilecek gibi; “Karma okuyan öğrencilerde ‘cinsiyet baskısı’ oluyor ve bu yüzden erkek öğrenciler tek cinsiyetli eğitimde ‘müzik, resim, drama’ gibi derslere daha rahat yönleniyor”muş. Demek ki İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği için en önemli noktaların başında “erkeklerin sanata yönelmesini” sağlamak geliyor.

GÖZLERİNİ DE BANTLAYIN!

İyi de bugüne kadar karma okullardan mezun olmuş sayısız değerli sanatçı, her meslekten sayısız değerli insan yetişti bu ülkeden.. Hepimiz böyle okuduk, siyasilerin, Hükümet üyelerinin çocukları da, burayı istemeyenler “ABD ve diğer ülkelerde” olmak üzere böyle okudu.. Hiç kimse de bugüne kadar tek bir kez bile “kızlarla erkekler ayrı okulda okusaydı, erkekler cinsiyet baskısı hissetmezdi veya daha çok erkek öğrenci müziğe, resme, dramaya yönelirdi” benzeri bir açıklama yapmadı. Kimsenin aklına bile gelmedi..
Eğer açık açık “İmam hatiplerde böyle olması bize yeterli gelmiyor, bütün okullarda kız ve erkekler ayrı binalarda okusun, hatta mümkünse hepsinin gözleri de kapatılsın, birbirlerini görmesinler” deseler, o daha dürüst olur, bu mazeret komik kaçmış. Konuşmalardan anlaşılıyor ki önümüzdeki günlerde bu açıklamalar, talepler yoğunlaşabilir..
Diğer dini vakıflar da hep “ilk 4 yıl eğitimden sonra açık öğretim”i savunan görüşler bildirdiğine göre kızlar için iki seçenek olacak.

YA EVE, YA AYRI OKULA..

Ya sivil toplum kuruluşlarının endişelerini doğru çıkaracak şekilde “açık öğretimle okuyacaklar” diye okuldan alınıp eve kapatılacaklar, çoğu erkenden ve çoğu başlık parası için yaşlı adamlarla evlendirilecek.. Veya ancak “kız-erkek öğrenci ayrı okullarda” bulunursa okula gidebilecekler. Bu kabul edilmediği takdirde gidebilecekleri okul büyük ihtimalle “bu ayırımı sağlayan” imam hatipler olacak. Ki sanıyorum zaten 4+4+4 kabul edilirse ilk 4’ten sonraki yönlendirmeyi de “Bakanlık” yapacakmış, bakalım kızları nasıl yönlendirecekler. Daha bu teklifin verildiğini duyduğumuz gün; tartışma filan fark etmez, eninde sonunda bu teklifin yasalaşması sağlanır bence demiştim, hala öyle düşünüyorum.
Son söz şunu söyleyeyim; tek cinsiyetli okullarda okuyan erkekler baskı hissetmez diyenler de, bunu kızlar için söyleyenler de doğruyu söylemiyor. Çıksın psikologlar tartışsın da görelim; sadece kız veya erkeklerin bulunduğu okullarda okuyanların “karşı cinse tutumları nasıl oluyor, ne gibi sorunlar çıkıyor”, baskının türünü anlatsınlar bu anlayışa!

*****

Özel yasaya layık görülmeyenler!

Dün ‘Tahliye için hastalanmak şart mı’ başlıklı yazımda Gazeteci Doğan Yurdakul’un “hastalanması nedeniyle” tahliye edilmesinden başlayarak bu uzun tutukluluklara, aslında istense “tutuklu yargılama israrına” son verileceğini, çözüm üretilebileceğini ve örneğin gazetecilerin, milletvekillerinin, Genelkurmay Başkanlığı yaptığı dönemde tek bir suçlamayla karşılaşmamış olan İlker Başbuğ’un rahatça tutuksuz yargılanabileceğini yazmıştım.
Ama ne yazık ki; MİT mensuplarını yargılama konusunda güvenilmeyen, bunu önlemek için kısacık sürede “Başbakan izni gerekir” şeklinde özel yasa çıkarılan “Özel Yetkili Mahkemeler”in keyfi tutuklamaları MİT’çiler ile “Başbakan’ın özel görev verdiği kamu görevlileri” dışında herkes için kabul edilebilir sayılıyor. Bu çifte standarda da Türkiye’de artık “adalet, hukuk” denebiliyor. Dünkü yazım Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök’ün kendi dönemini ilgilendiren “iddialar” konusundaki dokunulmazlığına değinerek bitmişti, devam ediyorum.

SÖZ VERİLEN AÇIKLAMA HİÇ YAPILMADI

Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman “Eğer böyle bir iddia varsa, bu konuda ancak ben, Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ konuşabiliriz, en iyi biz biliriz” diyor. Sonra “konuşup açıklama yapacağını” söylüyor ama nedense o konuşma hiç yapılmıyor. Başbuğ internet siteleri nedeniyle içeri alınıyor ama diğer isimlere “kendi dönemlerindeki darbe hazırlığı iddiaları” nedeniyle ilgili soru bile sorulmuyor, onlar da öylece oturup silah arkadaşlarının çile doldurmasını dışarıdan izliyorlar.. Peki tarih bu cevapsız soruları zamanı gelince sormayacak mı? O içerde yıllar geçiren insanların hakkını aramayacak mı?
27 Nisan muhtırası hala yurt içinde ve dışında yakın tarih analizlerinde “Türkiye’de TSK’nın siyasete müdahaleye devam edeceğinin” işareti olarak görülüyor ve örneğin bu nedenle “AKP-Cemaat dayanışmasının güçlendiği” belirtiliyor. Oysa “olmamış darbe” iddialarıyla ve deliller toplanıp dosyalar tamamlanıp, suçlamaların dayanağı tespit edilmeden, hukukta olmayacak sistemlerle yüzlerce insan tutuklu bekletilirken.. Devamlı olarak yıllar öncesinde kalmış“28 Şubat”tan söz edilir ve hesaplar sorulurken bu muhtıra ve “yazan, açıklayan general” hiç konuşulmuyor, tam aksine hükümet “o muhtıra sayılmaz” bile diyor.. Ve sorumlusu da “ben tek başıma yazdım” diye böbürlenmekten başka bir şey söylemiyor.
Başbakan “Kimse merak etmesin, 12 Eylül darbesiyle hesaplaşıldı” diyor ama 12 Eylül hala adalet önünde bir türlü “darbe ve darbeciler” olarak mahkum edilmiyor.

TEK BİR GÜN BİLE..

Tarih önünde hala bu olaylar yarım kalmış, ucu açık vaziyettedir ve mesela Dersim olaylarında nasıl onlarca yıl sonra hesap soruluyor ve “tek parti” döneminin iktidar partisinin devamı olan parti sorumluymuş gibi o muhatap alınıyorsa, bu olaylar da yıllar sonra da olsa sorgulanacaktır. O nedenle “şeffaflık ve çift standart yaratmama” konuları büyük önem taşıyor.
Zira yalakalık adına yıllarca hapis cezasını “az bulan” bazı insafsız köşeciler çıksa da, değil yıllar “özgürlükten haksız yere çalınan tek bir gün” bile çok önemlidir, yerine konamaz, telafi edilemez. Bunun göz önüne alınması, artık “kesin suç bildirilemeyen” insanların ceza gibi, hüküm giymiş gibi parmaklıklar arkasında tutulmasına, aileleriyle, çocuklarıyla yaşayacakları zamanın gaspına son verilmesi, masumiyet karinesine uyarak insanların tutuksuz yargılanmasını sağlamak gerekiyor. Özel yetkili mahkemelere biraz “empati” önerilmeli, “tutukluluğun devamına” sözünü çok sevenler kendilerini onların yerine koysunlar lütfen!

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget