Devleti küçültme (bunun Batı stratejilerindeki anlamı devleti tahrip etmektir) istek ve tezi, 11 Eylül öncesi dünyanın hemen hemen bir numaralı talebi ve söylemi idi. Bu tezin babası ise ünlü Amerikalı yazar Francis Fukuyama idi.
Fukuyama adı ve onun ‘devleti küçültme’yi öne çıkaran tezi, 11 Eylül öncesi dünyada bir kıyamet fırtınası gibi esmiş, Fukuyama ismi, kısa sürede ilahlaştırılmıştı.
Çağdaş sömürüyü küreselleşme adı altında meşrulaştıran Batılı birçok ülke ve aydın, Fukuyama’nın bu tezini yirmi dört saat kitlelerin beynine pompalamaktaydı.
Türkiye’deki ‘küreselci ve devletten rahatsız aydınlar’ ise Fukuyama’yı ilah, onun tezini de ‘vahyin son verileri’ gibi algılamış ve tezi âdeta dinleştirmişlerdi. Sonra ne oldu? Sonra, 11 Eylül dehşet yaşandı.
ABD, 11 Eylül’den sonra, dünyanın beynine şırınga etmeye çalıştığı Fukuyama tezinin tam aksi yönde uygulamalara girdi. Birleşmiş Milletler’i, bu yeni uygulamalar yönünde yeniden şekillendirdi. Yaptığı şuydu:
Terörle başa çıkmak için devleti, geleneksel kabullerin de ötesinde bir güce ulaştırmak ve ona her türlü müdahale hakkını peşinen vermek. ABD, bu yeni ihtiyacını karşılamak için Birleşmiş Milletler’i bile devre dışı tutmaya başladı. Daha açık konuşalım:
ABD, hukuku kuvvetin emrine verme sürecini yeniden açtı.
Irak işgali, bu yeni devrenin ölçülerine göre gerçekleştirilmiştir.
“Devleti küçültün” şarkıları söyleyen Fukuyama, elbette ki bu olup bitenleri yakından izliyordu. Ve ABD’nin açtığı yeni sürece uygun yeni bir tez geliştirmenin vaktiydi. Ve Fukuyama, eski tezinin tam tersini söyleyen yeni bir tezle ortaya çıktı:
“Devleti küçültme süreci derhal durdurulmalı, devlet güçlendirilmelidir.”
YENİ FUKUYAMA VE BİZDEKİ SÖZDE AYDINLAR
Yeni dönemde durum şu:
Sadece Türkiye gibi netameli bir coğrafyada, onlarca sıkıntıyla boğuşmak durumunda olan devletler değil, bu sıkıntılardan âzâde devletler bile, güçlü devletin çöküşe götürülmesinden şikâyete başlamışlardır.
Tahrip edilen merkezî otoritenin yarattığı sayısız boşluk, bu otoriteden kurtulmayı özgürlük ve mutluluk sanan kitleleri büyük bunalımlara itmiş, insanlık bünyesinde ciddî acılar yaratmıştır. İbret ve hayret anıtı gibi önümüzde duran Francis Fukuyama bu yeni dönemde şöyle düşünüyor:
“Terörizmden AIDS belasına, uyuşturucudan mülteci problemine, ahlaksal çöküntüden cezaların caydırıcılığını yitirmiş olmasına kadar birçok çağdaş sıkıntının temelinde devletin güçsüzleşmesi yatmaktadır. Bu problemlerin çözümü için atılacak ilk adım, devleti güçlendirmektir.”
İbret ve hayret tablosunu özetleyelim:
Daha önceleri, ‘devletin ‘küçültülmesi’ni savunan ve bu teziyle ünlü olan Fukuyama, 11 Eylül’ü yaşadıktan sonra kaleme aldığı eseri ‘State-Building’te, ilk tezinin çok yanlış olduğunu, o fikrinden döndüğünü itiraf etmiş ve ‘güçlü devleti geri istediğini’ dünyaya yana yakıla duyurmuştur. (Fukuyama, State-Building, Governance and World Order in the 21st Century, Cornell University Press, New York, 2004)
Çok ilginçtir, Fukuyama’nın ‘devleti küçültme tezi’ni Türkiye’de destanlaştıracak şekilde övüp duyuranlar, onun bu fikrinden döndüğünü ilan eden eserinin adını bile anmamışlardır.
Anlı şanlı birçok yazar-çizer, Fukuyama’yı, hâlâ, o çöpe attığı ilk teziyle tanımaya ve tanıtmaya devam etmekte. Gözlerini kapatarak, vicdanlarını bastırarak.
İnsan, sormadan edemiyor: Türkiye, güzel yarınları bu ‘aydınlar’la nasıl kuracaktır?
Kısacası, devletin güçsüzleşmesi gerektiği yolundaki tezin tahribatı, bizzat tezin sahibi Fukuyama’nın itirafıyla, insanlığa ağır faturalar ödetecek bir noktaya ulaşmış bulunuyor.
Fukuyama, “Güçlü devleti geri getirmeliyiz; aksi takdirde bunun yıkım faturasının altından hiç kimse kalkamaz. Bu tezi sürdürmekten vazgeçmez isek ne ahlak kalır ne ekonomi ne huzur ne de barış” diye feryat etmektedir.
Bu feryat, dünyada elbette ki yankılanıyor. Tek istisna, Türkiye, Türk aydınları. Türkiye’de bu sese kulak veren kimse yok.
11 Eylül'ün birçok konuda evrensel uyarılar getirdiği inkâr edilmiyor. Biz, bu uyarıların başında, ‘güçlü devlete dönmenin önemi’ konusundaki uyarının geldiğine inanmaktayız.
Yorum Gönder