Cumhuriyet yazarı Nilgün Cerrahoğlu, nun 11 Mart 2012 köşe yazısı :
8 Mart ve Karşıdevrim
Meryl Streep’e ikinci Oscar’ını kazandıran “Demir Leydi” filmine 8 Mart günü gittim. Streep’in olağanüstü oyunculuğu dışında film kötüydü. Ama gene de aklımda kalan birkaç sahne var…
Bu sahnelerden birinde Westminister koridorlarında yürüyen onlarca erkeğin ayaklarını görüyoruz.
O ayaklar arasında bir çift kadın pabucu dikkat çekiyor…
Thatcher/Streep, bir parlamento dolusu erkek arasında, tek başına yol almaya çalışıyor.
Henüz daha yeni bakan ve giderek anamuhalefet lideri olmuş. Yani 70’li yıllar ortasından bahsediyoruz…
Parlamento sıralarında ondan başka kadın nerdeyse hiç yok.
79’da başbakanlık koltuğuna oturduğu zaman bile, hep mavi giysileri yeğleyen Thatcher; İngiliz parlamentosunun sıraları arasında boncuk gibi tek başına oturuyor.
Bu sahneleri izlerken mideme ufak bir yumruk yemiş gibi oldum.
Thatcher’ın işbaşında kaldığı tarihler 1979-1990’da… Demokrasinin beşiği sayılan İngiltere’de bile demek ki, kadının siyasette temsili/eksik temsili gibi konular ortada henüz yokmuş diye düşündüm.
Makas 90’larda açıldı
O tarihler için bir kadının bakan/başbakan olması, başlıbaşına devrim niteliği taşıyan bir olaydı.
İktidar basamaklarının tepesine tırmanan bir kadının etrafında başka kaç kadın temsilci var, kaç kadın milletvekili var gibi sorular kimsenin aklına gelmezdi…
70’li yıllarda bizim de nihayetinde bir kadın bakanımız-Türkan Akyol!- olmuştu…
O yıllar hâlâ seçme seçilme hakkını Fransa, İtalya, Belçika, Yunanistan, İsviçre, Portekiz gibi ülkelerden çok önce aldık diye… övündüğümüz yıllardı.
Kimseden geri olduğumuzu düşünmediğimiz gibi bu konuda kendimizi üstüne üstlük alabildiğine ileri ve iddialı sayardık.
“Kadının konumunda” dünya sıralamalarında tepetaklak en arka sıralara yuvarladığımızı fark etmemiz, 90’lı yılların ikinci yarısına rastladı…
Çünkü kadının toplumsal cinsiyet eşitliği, kadının siyasette temsili gibi kavram ve kriterler dünya kadın hareketi ajandasına ağırlıklı olarak 1995’teki BM Beijing Konferansı ile girdi.
Kadına karşı ayrımcılığın yaşandığı 12 kritik alan belirleyen Beijing Konferansı, eğitimden istihdama, medyadan siyasete dek kadının tüm kritik alanlardaki konumunun güçlendirilmesi için dünya çapında bir büyük kampanya başlatmıştı.
Bu köşe taşı tarihten itibaren kadınların parlamento ve hükümetler içindeki siyasi temsili; konuyu ciddiye alan ülkelerde hızla artmaya başladı.
İngiltere’de, Thatcher’ın görevden ayrılmasından 7 yıl sonra örneğin; 1997 yılında kadının temsil oranı birdenbire iki misline çıktı.
‘97 seçimlerinde sayıları 60’ı geçmeyen kadın parlamenterlerin sayısı bu ülkede 120’ye ulaşmıştı...
Çiller etek uzatıyor…
Biz 90’lı yıllarda yaşanan bu muazzam devrimi kaçırdık.
Kadınların, 20. yüzyıl başında oy hakkına kavuşması denli önemli olan bu 2. devrim yaşanırken Türkiye, Çiller yıllarının çalkantısına dalmıştı…
Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların siyasette temsili filan gibi konularda fark yaratmak şöyle dursun; Çiller’in işbaşına geldiği günlerde yaptığı ilk iş kendi etek boylarını muhafazakâr seçmenlerine hoş görünmek adına- uzatmak olmuştu…
Beş-altı yıl sonrasının türbanlı first lady’lerinin yanında Çiller’in gitgide bir başörtüsüz tesettür şekline devşirilen kıyafetlerinin lafının edilmeyeceğini tabii ardından öğrenecektik.
Cumhuriyet ideolojisiyle kavgalı erkek egemen muhafazakâr sağ ile siyasal İslam; Türkiye’de kadını adım adım böyle ilerleyerek kuşattı.
Dünya “yükselen değer” olarak yeni kadın açılımlarına kucak açarken; Türkiye tam ters yönde bir U dönüşü yaptı.
Bu U dönüş yıllarında; kadının işgücüne katılım oranları, yıllar içinde sistemli biçimde düştü…
Kentleşmenin yeni istihdam olanaklarından kadınlar hiç yararlanamadı ve eve kapandı.
15 yaş üstü kadınların dörtte üçünün bugün evde oturduğu Türkiye’ye aşama aşama böyle gelindi.
96 ülke arasında çıkarılan “siyasette kadın haritasında” en gerilerdeki 90. sıraya böyle sürüklenildi.
Kadının her alanda güçlendirilmesi dünya çapında benimsenen bir hedef olurken; Türkiye, “kadın erkek eşitliğine inanmadığını” iftiharla söyleyen bir başbakana kucak açtı.
Bugün artık “kadın” bakanlığının adındaki “kadın”ın dahi korunamadığı ve düştüğü çokboyutlu, çok kapsamlı bir geri dönüş yaşıyoruz.
Kadın, “kadının adı yok” kümesine indirgeniyor ve artık ilkokul kızlarının başlarının örtülmesi konuşuluyor.
Peki ama bu dönüş böyle daha nereye dek sürecek?
Yorum Gönder