Yaşanmış gerçek öyküleri anlatırken dalıp giderim... Bir ufuk çizgisinde buluştuğum saatlerde, sevecenliğin bir çiçek gibi açmasını beklerim...
Yumuk gözlü bir çocuğu düşünürüm, bir anneyi, kocasından dayak yemiş bir kadını, adına “töre” denilen o ortaçağ vahşetini. Bugün çocukluk yıllarım geçiyor ışıklı trenlerde...
Bir taşra istasyonunun yalnızlığı...
Bir bekleyiş...
Kördüğüm olmuş hayatların sayfalarında yer alan notlar, siyah beyaz resimler...
Solmuş ve sararmış.
Sen de gördün mü?
***
Saat gece yarısını çoktan geçmiş ve gözüme uyku girmiyor...
Batık bir kentte yaşıyorum sanki.
O saatlerde gökte bulutlar bir kadının, bir delikanlının resmini çiziyor... Samsun’da düğünden dönerken jandarma kurşunuyla ölen çocuk, teslim olan kardeşi ve yanlarında taşıdıkları kurusıkı tabanca.
O iki kardeşi “terör örgütü” üyesi sanmış jandarma... Dur ihtarında bulunmuş ama çocuklar kaçınca silahla ateş açılmış üzerlerine... 13 yaşındaki Gökhan Çetintaş oracıkta ölmüş, ağabeyi Habip Çetintaş ise yaralanmış.
Türkiye böyle bir dönemden geçiyor...
Acılı... Kanlı...
Düğünden dönen ve akşam köylerine giden iki kardeş...
Jandarmanın “dur” uyarısı ve açılan ateş.
16 yaşında bir çocuk öldürülen!
İçin acıdı mı?
***
Saatime bakıyorum... Şafağın sökmesine birkaç saat var...
Kadınlarımızın acıyla dolu yaşamları, gencecik insanlarımızın ölümleri yüreğime bir zıpkın gibi batıyor.
Bir an oturup düşünüyorum...
Dışarıda yaprak kımıldamıyor, esinti yok.
Belki de İstanbul’un en sıcak bir gecesi...
Aklıma Hatay’daki Ceylan geliyor... 23 yaşındaki Ceylan, kocasının dayağına dayanamıyor, baba evine sığınıyor.
***
Baba kızını bir odaya kapatıyor... Diz çöktürüyor kızına... Erkek kardeşin elinde silah... İçeriye geliyor, iki kurşun sıkıyor.
Baba ve oğul, Ceylan’ın ölmesini bekliyor.
Edremit’te Aysel’in yüzüne asit döküyor kocası... Konya’da Meral, dört gün boyunca işkence görüyor kocası tarafından... Şimdi böbrek yetmezliğinden hastanede...
Bir anda gözlerimi yumuyorum...
Bir taşra kasabası... Tren istasyonları... Umutlar... Hüzünler...
Samsun’da öldürülen o çocuk...
Canım sıkılıyor canım...
Ya senin?
***
Samsun kırsalında insanın yüreğini acıtan ölüm olayı, gece evlerine dönen iki kardeş...
Biri yaşıyor, öteki öldü!
Sağ kalan ağabey ne diyor:
“Dur uyarısı yapılmadan ateş edildi!”
İki kardeşi ihbar eden köylüler...
Aklıma 12 Mart dönemi geldi... Haşhaş yasağı konulmuştu... Konya üzerinden Toroslar’a geçtim. Fotoğraf makinelerim ve objektiflerim çantamda... Teleobjektif lav silahı gibiydi... Köylüler ihbar etmiş:
“Bizim buralarda bir silahlı terörist var!”
Bir saat sonra bir jandarma aracı geldi... Bir başçavuş, üç er... Yaka paça alıp götürdüler beni Mut Jandarma Karakolu’na... Gazeteci olduğumu anlatıyorum ama nafile... Başçavuş, benim Rus malı teleobjektife kafayı takmış, diretiyor:
“Bunun silah olmadığını kanıtla...”
Anlatıyorum anlamıyor... Objektifi fotoğraf makineme takıyorum yine anlamıyor...
Başçavuş kararını verdi, basın kartımı elimden almasına karşın:
“Sen casus musun?”
***
Haydi çık işin içinden çıkabilirsen...
İskemlede oturuyorum... Başçavuşa göz ucuyla baktım uzun uzun... O bir “av” yakalamanın mutluluğu içinde.
Neyse, bir-iki saat sonra komutan geldi... Yüzbaşıydı sanırım... Beni gördü... Basın kartıma baktı... Bir de yüzüme, pos bıyıklarıma...
Yüzbaşı Cumhuriyet okuruydu, beni tanıdı adımdan...
Emin değildi.
Gazeteyi arayıp Yazı İşleri Müdürü Kayhan Sağlamer’le konuştu... Sağlamer benim “haşhaş üreticileriyle röportaj yaptığımı” söyleyince yüzbaşı bana döndü:
“Serbestsin!”
İşte böyle hayat... Acılar, ölümler, gözyaşı...
Öfke ve kanla beslenen bir toplum olduğumuzun farkında mıyız?
Bu soruyu sık sık sormalıyız kendimize!..
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Yorum Gönder