Tarihe bakarken yapılabilecek en önemli hata, irdelenen olayların meydana geldiği zamandaki koşulları, moda deyişle “zamanın ruhunu” gözden kaçırmaktır.
Klasik bir örnek vermek gerekirse, herhangi bir din-tarım imparatorluğundaki siyasal olayları, bugünkü demokrasi ve insan hakları bağlamında değerlendirmek, yapılabilecek (ve Türkiye’de Osmanlı dönemini değerlendirirken, hem Osmanlıcılar, hem de Osmanlı karşıtları tarafından, sık sık yapılan) bir hatadır.
Hepimizin övündüğü, II. Beyazıt’ın İspanya’da kıyıma uğrayan Yahudilere kucak açmasını “insan hakları” bağlamında değerlendirmek ne denli yanlışsa, hepimizin utandığı Alevi katliamından dolayı Yavuz Sultan Selim’i de yine “din ve vicdan özgürlüğü” açısından mahkûm etmek o denli yanlıştır…
Çünkü Osmanlı’da da, bütün din-tarım imparatorlukları gibi kurumsal ve kavramsal olarak ne “insan hakları” vardır, ne de “din ve vicdan özgürlüğü”!
İnsan hakları yerine “Allah hakkı ve kul hakkı” kavramları, din ve vicdan özgürlüğü yerine de “Müslüman - Gayrimüslim” ayrımı vardır; çünkü siyaset, yönetim, din, mezhep iç içe geçmiş, inanç, devleti yönetenlerin resmi ideolojisi, adaletin ve yönetimin ana ilkesi olmuştur.
Bu sadece Osmanlı’da değil, bütün din-tarım imparatorluklarında böyledir!
***
Gelelim Cumhuriyet’in kuruluşuna ve Tek Parti Dönemi’ne:
Dönem, din-tarım imparatorluklarının tasfiye edildiği, yerlerini ulusal devletlerin aldığı, otoritesini Allah’tan, dinden ve gelenekten aldığını iddia eden tek adam yönetimlerinin yok olduğu, “milli egemenlik” kavramının zamanın ruhuna yansıdığı dönemdir.
Zamanın ruhu ve egemenlerin ideolojisi:
Hiç kuşkusuz “zamanın ruhunu”, büyük ölçüde, dünyanın egemen güçleri ve bunların ideolojileri, dünyaya bakışları etkiler.
Ama egemenlerin ideolojisi, ne kadar zor kullanılırsa kullanılsın, her zaman, her yerde egemen olmaz.
İç faktörlerin etkisi:
“Zamanın ruhu” her ülkede farlkı etki yapar…
Hatta genel dünya evriminin, yani “zamanın ruhunun” tam tersine gelişmelere de yol açabilir.
İstiklal Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti:
Dünyaya egemen olan “zamanın ruhu” açısından, İstiklal Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti, bu “dış dünya” ile “iç koşullar” arasındaki çelişkili etkileşimi vurgular:
Birinci Dünya Savaşı’nın muzaffer devletleri, yani egemen güçler, Osmanlı İmparatorluğu’nu “zamanın ruhuna” uygun olarak tasfiye ediyor ve Anadolu’yu yine “zamanın ruhuna” göre, “etnik ve dinsel kimliklere” göre parçalıyordu.
Tarihsel Determinizme,
Bireysel ve Toplumsal Müdahale:
Osmanlı’nın tarihin karanlıklarına gömülmesi, Endüstri Devrimi’ni kaçırdığı (zayıfladığı, yenildiği, toprak kaybettiği, borç batağına battığı) için tarihsel bir zorunluluk gibi görünür.
Ama tarihin büyük liderleri, bazen çok iyi algıladıkları “zamanın ruhuna” müdahale ederek, onu farklı yönlere kanalize edebilirler…
Hele hele arkalarında toplumsal, ekonomik ve siyasal başka destekler de varsa.
İşte İstiklal Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk gibi, “zamanın ruhunu” iyi anlayan ve arkasına, içerde Anadolu halkını, dışarda Sovyetler Birliği’ni alan bir büyük liderin “zamanın ruhunu” kendi istediği biçimde kanalize etmesinin, yani “tarihi determinizme, hem ona uygun, ama hem de ona karşı” müdahale etmesinin sonucudur.
Bu müdahale “zamanın ruhuna” uygundur, çünkü:
1) İstiklal Savaşı, “zamanın ruhuna” uygun olarak bir halkın, “bir milletin bağımsızlık ve egemenlik direnişi” olarak örgütlenmiş ve kazanılmıştır…
2) Çeşitli ırk, milliyet, din ve mezhepleri içinde barındıran, kozmopolit, feodal bir din-tarım imparatorluğunun yerine bir ulusal devlet kurulmaktadır…
3) Bu ulusal devlet, Allah’ın ya da geleneklerin iradesine değil, halkın, “milli egemenlik” iradesine bağlı olarak oluşturulmaktadır.
Aynı zamanda bu müdahale “zamanın ruhuna” aykırıdır, çünkü:
1) “Zamanın ruhunu” temsil eden egemen dünya güçlerinin ideolojilerine, planlarına ve bunlara uygun olarak gerçekleştirdikleri askeri işgale aykırıdır…
2) Osmanlı endüstrileşemediği ve kentleşemediği için, toplum, ulusal bir devletin kültürüne, altyapısına, ekonomisine, siyasetine hazır değildir…
3) Anadolu’da, henüz filizlenmekte olan “Türk milliyetçiliği” çerçevesinde, (öteki etnik grupları ihmal etsek bile) o sırada milliyetçilik bilinci açısından daha geriden gelen Kürtler ve çok daha önde olan Rumlar ve Ermeniler de yaşamaktadır.
4) Üstelik, Türklerin dışındaki öteki gruplar, hem “zamanın ruhu”, hem de onu temsil eden egemen güçler tarafından ayrı siyasal devletler olarak, silah zoruyla empoze edilmektedir.
Yukardaki bu çelişkili durumun sonucu:
İstiklal Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti, kısaca Mustafa Kemal Atatürk, bu nedenle hem antiemperyalist hem de Batılıdır.
Türkiye’nin bugünkü sorunu açısından yapılan hata:
Bütün bu koşulları dikkate almadan, Tek Parti Dönemi hakkında ileri geri konuşmak, onu yüceltmek ya da yermek, o döneme bugünkü değer yargılarıyla ve siyasal terminolojiyle bakmak, insanı büyük yanlışlara götürür…
Hele bir de bu yanlış, kasıtlı olarak yapılıyorsa!
Not 1: Yurtsan Atakan’ı yitirdik. Başımız sağolsun!
Not 2: Bugün 18’de Kuşadası D&R’da kitaplarımı imzalayacağım.
Yorum Gönder