Recep Tayyip Erdoğan’ın, “10. Yıl Marşı’nda geçen, ‘demir ağlarla ördük’ falan. Neyi ördün? Hiçbir şey örmüş falan değilsin. Ortada duranlar belli. Demir ağlarla şimdi Türkiye’yi biz örüyoruz” sözlerine, başta Yılmaz Özdil ve Sedat Ergin olmak üzere meslektaşlarımız, Cumhuriyetin ilk dönemi ile bugünkü demiryolu kilometrelerini karşılaştırarak gerekli yanıtları verdi.
Aslında o dönemde yapılanlar, yalnızca kilometre ile ölçülebilecek şeyler de değil. Atatürk döneminde, kara trenin İstanbul’da, Ankara’da öten tiz düdüğü; kuş uçmaz kervan geçmez bozkırı aşarak Diyarbakır’da, Sivas’ta, Elazığ’da, Erzurum’da, Malatya’da bir ulusal birlik çığlığı olarak duyulur olmuştu.
Demiryolları ile araştırmaları, kitapları ile tanınan Ümit Sarıaslan’ın dediği gibi:
“Demiryolları, tüm dünyada olduğu gibi bizde de, sanayi devriminden ulus devletlere açılan yolda iç pazarın birleştirilerek, yurdun çoğunluğunu oluşturan köylünün ürününün ulusal pazara açılmasını sağlayacaktı. Dolayısıyla kapalı toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesinin yollarını da. İşletmeye açılan her istasyon bir bağımsızlık bayrağı olduğu kadar, kentleşme ve kültürleşmenin de simge mekânları olacaktı. İç pazarı birleştirmeden, üretici köylünün emeğinin ürününü pazara ulaştırmanın tıkalı kanallarını açmadan insanları geleneksel kap ve kalıplardan kurtarmanın olanaksızlığını biliyordu Cumhuriyet demiryolculuğunun kurucuları.
Bu yüzdendir ki, Osmanlı’yı çöküşe taşıyan imtiyaz demiryolculuğunun iç pazarı birleştirmekten çok parçalamaya yönelik demiryolu ağı kurma tezgâhı Cumhuriyet demiryolculuğuyla tersine çevrilecektir. Dışta sınırlar Misakımilli ile güvenceye alınırken, içte demiryolu ulaşım ağıyla ulusal pazarın altyapısı çatılarak... Bunun sonucunda gelişmiş ülkelere hammadde ve ‘lojistik destek’ sağlanması temeline dayalı sömürge demiryolculuğu yerine, demiryolu ve demiryoluna dayalı sanayileşme ile kurulacak ulusal ekonominin altyapısı gövdelendiriliyordu. Böylelikle kentleşme ve sanayileşmenin, ticari trafiğin örgütlenmesine; dolayısıyla toplumsal dokunun demokratik bir zeminde evrimleşmesi, gelişmesi için gerekli toplumsal alan hazırlanıyordu. Demiryolu bağımsızlığın, ulusal birlik ve bütünlüğün, uygarlık ve kültürün simgesi, cumhuriyet bayrağının kendisi olarak algılanıyorsa bu yüzdendi.”
Atatürk, ulusal birliğin ağlarını örmüştü. Şimdilerde ise, ulusal birliğin başına ne çoraplar örüldüğünü izliyoruz, o kadar...
Hesap
Bugün 1 Eylül. Dünya Barış Günü.
Yazar Alper Akçam, “Sorulacak çok hesap var” diyor, bugün:
“Sen kara sakalından kan damlayan gözü dönmüş doyumsuz ruh! Cebinde Amerikan Doları, Suudi Riyali… ‘Tekbiiir!’ Adalet için mi gittin Suriye’ye? Demokrasi için mi? Hani parasıyla şımardığın, Beyoğlu’ndan Hatay’ına ülkemi birbirine kattığın.
Suudi’nin, Katar’ın demokrasisi nerede? Aktıkça Müslüman kanı, dolarlarını katladıkça emperyalizmin petrol şirketleri; kotralarında, yatlarında, katlarında yan gelip yattıkça, finans oligarşisinin silah tüccarları... Sen sevap işlediğini mi sanırsın? Utan bir lokma bir hırkayla yaşamış Ömer’in adaletinden! Sen, televizyon ekranlarının ABD ağızlı Mevlana, Şems satıcısı; Kars’a dolar karları yağdırmış roman bezirgânı, kapitalizmin her gün bin soykırım yaptığı çağına yüz yıllık kavgaları kendine ekmek yapmış ‘soykırım’ tüccarı…
On yıldır kör anasının bilmem neyini beller gibi kafasını ‘ulusalcılığa’ takmış at gözlüklü sol şaşkını, gördün mü şimdi, Hanya’yla Konya’yı!
Sen ruhunu bir paket makarnaya, bir torba kömüre, üç kuruş yoksulluk yardımına satmış soytarı. Arşınınız yoktur bilirim. Bakın, Halep alevler içinde.
Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da, Endonezya’da, Afganistan’da, Irak’ta milyonlarca Müslümanın kanı aktı. Günahsız çocukların parçalanmış bedenlerinden, o kapkara gözlerinden akan kanda ve yaşta boğulun...
Her ‘Arap Baharı’nda, emperyalizm güdümündeki din bezirgânları koşuyor iktidara... Kına yakın. Daha ne diyeyim size? Çok hesabınız var, çook. Sorulacak elbet bir gün!”
Politikamızın Özeti
Türk generaller, özetle “hükümeti devirmeyi aklından geçirme” gibi bir gerekçe ile cezaevinde, tutsak.
Hükümetini devirmek için eyleme geçmiş Suriyeli generaller, Hatay Apaydın kampında, koruma altında.
Metin Kurt
Metin Kurt’u, PTT’de oynarken izleme olanağı bulmuştuk.
Topu köşe bayrağına vurdurup karşısındaki savunma oyuncusunu geçerdi.
Yani akıllıydı. Akıllı olduğu için de, futbol oynatmadılar ona...
Bahane
Devlet işi kişileştirilemez. Cumhurbaşkanı görevini yerine getiremeyecek kadar hastaysa, yerine TBMM Başkanı bakar.
Hastalık gerekçesine sığınılarak 30 Ağustos resepsiyonunun iptal edilmesinin tek nedeni vardır: Ulusal bayramları unutturmak.
Yutturabilirlerse...
Yorum Gönder