Bildiğiniz gibi, defalarca dikkatlerini çekmeme ve ‘Çocuklar mahvoluyor, bu konuya eğilmek ve ağır cezalar getirmek lazım, çocukları mağdur olan annelerin yardım çığlıklarına koşmak, davalarına müdahil olup en iyi avukatları vermek lazım’ diye uyarmama rağmen, AKP Hükümeti ve özellikle Kadın ve Aile’den Sorumlu Bakanlık “aile içi çocuk tecavüzü” vahşetini bile “aile mahremiyetine karışmak olur” benzeri akıl-mantık almaz bir anlayışla ağzına almıyor ve yok farzediyor. Bu durumda Başbakan Erdoğan ’ın tam bir aile mahremiyeti meselesi olan, sadece “anne” olacak kadının ve eşinin tercihine kalmış bir konu olan “sezaryen veya kürtaj” için müdahalede bulunması büyük çelişkidir.
Kendisi “sezaryane karşı” ise yakınlarının yapmamasını sağlar. Devlet hastanelerinde doktorların “daha çok maddi kazanç” düşüncesiyle sezaryene yönelmesi söz konusuysa hastaneler daha sıkı denetlenir. Ama eğer bir kadın “normal doğumu kaldıramayacağını” düşünüyor ve sezaryenle (belki narkozla) doğum yapmanın daha kolay olacağına inanıyorsa bu karar o doğumu yapacak olan kadına aittir ve kimsenin aksini söyleme hakkı yoktur.
PARASI OLANA AYRICALIK
Başbakan’ın açıklamasından hemen sonra Sağlık Bakanı Akdağ “Gereksiz yere sezaryen yapan hastanelerle ilgili yaptırımları olacağını” açıkladı. Bu da “parası olan anne adaylarının özel hastanelere gitmesi”, olmayanların ise normal doğuma zorlanması anlamına geliyor. Aynen eğitim sisteminde yapılan değişiklikle 5 yaşında ilkokula başlaması istenen çocuklar için parası olan ailelerin “cezasını öder, o kadar küçük yaşta çocuğumuzu 1’inci sınıfa göndermeyiz” demeleri gibi..
KADIN HAYATI TEHLİKEDE..
Sağlık Bakanı “kürtaj” için yaptırımdan henüz söz etmemiş ama sezaryenin arkasından “kürtaj yasağı” nın geleceği belli oluyor. Yine aynı durum söz konusu; evlilik içi ve dışı beraberliklerde “çocuk istenmediği halde bir kaza sonucu hamile kalınmış” ise parası olan özel klinik ve hastanelerde kürtaj yaptıracak, olmayanlar ya hayatlarını tehlikeye sokacak şekilde ebelere koşacak veya düşük yapmak için olmayacak yöntemler deneyerek yine hayatlarını tehlikeye atacaklar. Hükümetler böyle önemli kararları keyfi şekilde veremezler, önce araştırma yapmaları, örneğin “jinekolog doktorlarla” tartışmaları gerekir (eğitim değişikliğinde “önce eğitimcilerle” tartışmaları gerektiği gibi, yapılmadı ve sonuç ortada..)
Bu kararlar Katolikler de olduğu gibi “dini nedenle” mi veriliyor bilmiyoruz ama sadece “çok çocuk doğsun, en az 3 çocuk istiyorum” diyerek veriliyorsa “o çocuğa bakamayacak olan ama hamile kalmış bulunan” kadınların nasıl bir çaresizlik içine düşeceği düşünülmelidir. Sebep ne olursa olsun artık 21’inci yüzyılda “kaç çocuk doğuracağına” kadın yerine başkalarının hele de hükümetlerin karar vermesi olacak şey değildir. “Dini nedenler”i öne sürecek olanlara da şunu sorabiliriz; her dini kurala uyuluyorsa “faiz” neden yasak değil?
ÇOCUKLAR SOKAKLARDA!
Bu “3 çocuk-5 çocuk” baskılarını ailelere Başbakan’dan sonra “bakanlar” da yapmaya başladı.. Öyle bir görüntü var ki sanki ülkede sokaklarda sahipsiz kalıp tinerci olan, aile içi veya dışı şiddete, tecavüze uğrayan, eğitim imkanı bulamayan, yoksulluk çeken, büyüdüğünde işsiz kalan milyonlarca çocuk olmamış veya artık olmuyor gibi.. Burası İngiltere veya Almanya değil, her ne kadar pembe ekonomik tablolar çiziliyorsa da bu tablolar büyük kitleleri dışında bırakarak, yok sayarak çiziliyor.
O nedenle efendim; “dinamik nüfus olsun” diyerek çok çocuk önerip durmak yanlıştır. Kürtajı yasaklamak “hayati tehlikelere” de neden olacağı için birçok nedenle yanlıştır. Kürtajla ilgili yapılacak tek şey “2-2.5 aydan sonra” yapılmasına engel olmak, denetim sağlamaktır. Kadınlarla ilgili ve hızlı nüfus artışıyla ilgili bunca sorun varken sezaryen ve kürtaj damdan düşer gibi nasıl çıktı anlayan var mı?
*****
Kara kedi ‘uğursuz’ değil!
Birilerinin hüsnü kuruntusu olan ve kulaktan kulağa topluma yayılan öyle saçma şeylere inanmışız ki bazen kendime de kızıyorum. Doğrudur, mesela birçoklarının uzak durmaya çalıştığı zavallı siyah kedicikler.. Hiçbir zararları olmadığı, diğer bütün kediler kadar (hatta daha fazla) sevimli oldukları halde ben de uzun yıllar kara kedilere hep şüpheyle baktım, hatta kapımın önünde oturmalarının, önüme çıkmalarının iyi olmadığını düşünerek kaçındım..
Sonra bir gün, size anlatmış olduğum parka kalpsiz insanlar tarafından atılan (öyle kalpsiz ya da ‘kötü kalpli’ ler ki kendi kedileri hamile kaldığında bebekleri doğar doğmaz annelerinden ayırıp sokağa atabiliyorlar), orada itilip kakılan yavrular arasındaki siyahları gördüm. Kurtarabildiğim kadarını alırken onları da unutmadım ve şimdi arkadaşlar o kara kedilere bir yıldır bakıyorum ve hepsine aşığım..
‘NANKÖR’ DİYE BİR ŞEY YOK!
Geçenlerde bindiğimiz bir taksinin şoförü de daha önce çok kez duyduğum şekilde “hayvanları severim ama kedilere ısınamadım” deyince ‘nedenmiş’ diye sordum. “Bilirsiniz ya” dedi “onlar için ‘nankör’ derler, verdiğiniz yemekleri bile gözlerini kapatarak yerlermiş”.. Sadece bu söz yol boyu uzun bir “kediler asla nankör değildir, bu bizim uydurduğumuz koca bir yalan” konuşması yapmama yetti tabii..
Ona çok sayıda kedim ve bir köpeğim olduğunu, kedilerin de köpekler gibi sahiplerine sadık ve sevecen olduğunu, verdikleri sıcaklıkla “insanlara sağlık, mutluluk aşıladıklarını” , yemek yerken gözlerini hiç kapatmadıklarını, yıllardır şoförümüz olan Mehmet Bey’in de önce böyle düşündüğünü ama şimdi kedileri kucağından indirmediğini anlattım. “Haklısınız, her duyduğumuza inanmamalıyız” dedi.
Lütfen siz de inanmayın, yardım edin, koruyun onları.. Sokaklarda perişanlar inanın, herkes bir kedi yavrusu kurtarsa ne olur?
Yorum Gönder