AKP’nin “İslamcı” etiketini reddetmesi ve “muhafazakâr” tanımına sıkı sıkıya yapışması üzerine belki şimdiye dek ciltlerce makale yazıldı. Ancak bu ayrımın günümüzde ne anlama geldiği -bizde yüzeysel biçimde kabullenilen her tanım gibi- hak ettiğince irdelenmedi…
Bilgi Üniversitesi’ndeki “İstanbul Seminerleri”nde izlediğim İsrailli akademisyen Avishai Margalit, bugüne değin bu konuda duyduğum en çarpıcı çözümlemeyi yaptı:
‘Dinci muhafazakâr füzyon’ ve postsekülarizm
“Dincilerle muhafazakârları birbirinden ayırmak artık olanaksız” dedi Margalit; “Birbiriyle iç içe geçen ve aralarında hemhal olan bu iki eğilim giderek ortak bir füzyon oluşturuyor!”
Böylece “Biz dinci değiliz; mütedeyyiniz/ muhafazakârız!” ayrımı anlamını yitirmiş oluyor.
Edward Said’in “Oryantalizm” ekolüne ve kitabına cevap mahiyetinde (İan Burma ile birlikte) “Oksidentalizm” kitabını yazan, İsrail solunun akademik dünya içindeki en tanınmış savunucularından olan Margalit meseleye salt İslamcılar açısından yaklaşmıyor.
İsrail-Filistin davasında barışçı politikaları savunan “Peace Now” hareketinin kurucularından olan Prof. Avishai Margalit geçerliğini yitiren “dinci-muhafazakâr ayrımına” yönelik yaptığı bu saptamayı İsrail ve İsrail’in dincileriyle muhafazakârları dahil olmak üzere tüm Ortadoğu geneline mal ediyor:
“Muhafazakârlar eskiden bugün olduğu gibi siyasileşmemişti” diyen İsrailli bilim adamı sözlerini özetle şöyle sürdürüyor:
“Muhafazakârların derdi eskiden aile değerlerini korumaktı. Muhafazakârlar; dinciler gibi büyük siyasetle ilgilenmezlerdi. Son yıllarda yaşanan muazzam kentleşme ve göç hareketleri sonunda, ‘dinciler’ muhafazakârlaşırken ‘muhafazakârlar’ dincileşti. Bunun örneğini biz İsrail’de de görüyoruz. (Dinin yaygın uygulamaları/ güncelleşmiş hali diyebileceğimiz) Halk dininin -popular religion- yerini; katı emredici kalıpların başat çıktığı ‘normatif din’ aldı. ‘Postsekülarizm’ (dinin kamuya sokulması) tartışması şimdi böyle bir konjonktürde yapılıyor. Sekülarizm Ortadoğu’da zaten öteden beri ince bir katmandı. Şimdi artık kutsal kitaplarda demokrasiye uygun düşen sureler aranırken o katman da kalkıyor. İslamdaki ‘şûra’nın bir demokrasi/demokratikleşme kaynağı olduğunu söylemek ancak kuşları (kuş beyinlileri?) ikna eder. Burada sorulması gereken soru şu: Dinci muhafazakârlar/ muhafazakâr dinciler (yani ‘füzyon’!) demokrasiyi taviz babından değil! -gerçek manada asli değer kabul ediyor mu/ etmiyor mu? Bu sorunun yanıtı henüz belli olmamıştır.”
Temel kavramlar muğlaklaşıyor
Bilgi Üniversitesi’nde “Zor Zamanlarda Demokrasinin Vaatleri” başlığı altında yapılan ve beş gün boyunca süren “İstanbul Seminerleri”nin, en akılcı konuşmacılarından biriydi Avishai Margalit.
RESET seminerlerini bundan önceki yıllarda da izledim. Ancak “Doğu ve Batı’nın düşünürleri Boğaz’ı birleştiriyor/Philosophers Bridge the Bosphorous” logosu altında düzenlenen bu yılki semineri özellikle ilginç buldum. Çünkü bırakın Boğaz’ın iki yakasını -Doğu’yu ve Batı’yı!- birleştirmeyi, aralarında çok üst düzey isimlerin bulunduğu düşünürlerin çoğu artık bastıkları yeri bulmakta güçlük çekiyorlar ve bu üstelik açık biçimde fark ediliyor.
O kadar ki beş gün boyunca hep devamlı başa sarıldı ve “Demokrasi nedir?”, “Sekülarizm nedir?”, “Liberalizm nedir?”, “Kamu alanı nedir?”, “Din özgürlüğü nedir, ne değildir?” gibi en basit ve temel sorular, değişen dünyanın değişen parametrelerini anlamak adına sil baştan masaya yatırıldı…
Son yirmi yılda birbirini izleyen büyük paradigma değişiklikleri; siyaset alanında derinlemesine uzmanlık kazanmış ciddi uzmanları bile tereddüde düşürür oldu: Berlin Duvarı’nın çöküşü, 11 Eylül, Irak-Afganistan savaşları, 2008 finans krizini izleyen ekonomik krizle Arap Baharı olaylarının şekillendirdiği yeni küresel ortamı anlamlandırmakta kuramsal düşünce artık yetersiz kalıyor.
Kuramsal referansların muğlaklaştığı böylesi bu çerçevede işte Margalit’in analizini gayet zihin açıcı buldum. Konuşmaların dönüp dolaşıp geldiği “postsekülarizm” bağlamında sırf “dinci-muhafazakâr füzyonuna” işaret etmesi açısından değil; arka plandaki kentleşme sürecinin rolüne işaret etmesi açısından da ilginçti bu tahlil.
Bulunduğumuz yörede “postsekülarizmi” gündeme taşıyan olgulardan biri “hızlı kentleşme” ise diğeri küreselleşme ile dünya çapında ön plana çıkan “egemenlik krizi” oluyor.
Bu konuya da “sekülarizmin” sil baştan ne olup olmadığını anlatmak zorunda kalan ve “siyasi sekülarizm” üzerinde en vurucu saptamaları yapan Amerikalı akademisyen Jean Cohen dikkat çekti.
“Siyasi sekülarizm kavramı, egemenlik kavramı ile birebir ilişkilidir” dedi Cohen: “Dinin rolünü denetleyebilmesi için devletin ‘egemen’ olması gerekir...”
“Egemenlik krizi” küreselleşme ile at başı gittiğinden “sekülarizm” de ister istemez krize giriyor. Cohen; siyasi sekülarizmin sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada tehdit altında olduğunu söylüyor.
Yarın buradan devam…
Yorum Gönder