Son günlerin Standart & Poors meselesini biliyorsunuzdur:
Dünyaca ünlü danışmanlık kuruluşu, Türkiye’nin kredi notunu düşürünce bizde kıyamet kopmuş, bunun üzerine Sayın Başbakan da şunları söylemişti:
“Standart & Poors bir açıklama yaptı. Ben bunu çok garipsedim. Neden derseniz, pozitifte olan Türkiye durağana indi.
Neye göre sen bunu durağana indiriyorsun? Çünkü belli bir süre pozitifte kalan bir ülkeyi artırması gerekirken, bakıyor ki Türkiye'yi artırırsam ideolojik olarak bu bize sıkıntı doğurur. Biz bunu durağanda tutalım. Öbür taraftan bakıyorsun iflas eden Yunanistan'ı yükseltiyor.
Böyle saçmalık olur mu? Tamamen ideolojik bir yaklaşım.
İrlanda'yı yükseltiyor. İflas edenler, IMF, Dünya Bankası AB'nin şu anda 100 milyar doların üzerinde destek verdiği bu ülkelere kalkıp kredi notunu yükseltiyor. Böyle saçmalık olur mu? Tamamıyla ideolojik bir yaklaşım.
Bunu kimse yutmaz.
Bunu sen Tayyip Erdoğan'a yutturamazsın.''
demişti.
*
Başbakan’ın bu sözleri üzerine Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan eleştiri çıtasını daha da yükseltti:
“Standard & Poor's (S&P) denen standardı bozulmuş ve kaçmış olan kuruluş, Türkiye'yi eski günlerine getirme çabası içinde. Artık Türkiye'den nemaları kesilmiş, faizleri kesilmiş olan faiz lobisinin büyük bir tezgâhıdır bu… (10 Mayıs 2012-Denizli)
Oysa aynı Bakan Çağlayan, bundan “dokuz ay” kadar öncesinde, 20 Eylül 2011’de S&P'un o tarihte Türkiye'nin notunu artırmasını değerlendirirken keyifli bir şekilde;
“İyidir, evet ama yetmez diyorum. Daha Türkiye'nin bu konuda hakkının verilmesi gereken çok nokta var. Türkiye bunları hak etmiştir. Türkiye fazlasını hak etmiştir. Bunlar Türkiye'nin yatırım kabiliyetinin, yatırım kapasitesinin artışının göstergesi, öncü göstergesi. Yatırım arkasından, istihdam, üretim, ihracat getirecek.”
diyordu.
Bu “dokuz ay” önceki durum konusunda kabineden gelen yorumlara bakıp kimin ne demek istediğini anlayabilmek gerçekten zordu.
Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan’ın “dokuz ay” önce “Türkiye bunu haketmiştir” diyerek Standart & Poors’un değerlendirmesiyle öğünmesine karşılık şimdi Maliye Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek tam tersini söylüyor;
“Çok geriden gelen, yani 9 ay önceki birtakım sorunlara takılmış bir rapor" diyordu.
Peki aynı hükümette olup şu “dokuz ay” öncesindeki durumu birbirinin tam zıttı olarak açıklayan ya da anan iki bakandan hangisinin söylediği gerçekti acaba?
“Türkiye daha fazlasını mı hak ediyor”du, yoksa şimdiki düşüş “dokuz ay önceki sorunların bu güne taşınması” mıydı?
*
Bakanlarınkinin karıştığı gibi bizlerin de aklı karışıyor vallahi.
Neye sevinelim, neye üzülelim; kime inanalım, kime inanmayalım şaşırıyoruz vatandaş olarak.
Sahi, biz gerçekte ne durumdayız?
Dokuz ay öncesinde kredi notumuzun artırılmasındaki “bir takım sorunlar” nelerdi, o sorunlu notun bu gün daha da geriye düşürülmesi nereden çıktı?
Finans kapitalin bunların gerisindeki “ideoloji”si neydi?
Kalkınıyor muyuz, durağanlaşıyor muyuz?
*
Şimdi size bir başka çelişik durumdan daha örnek verelim ve sonra çıkabiliyorsanız çıkın işin içinden:
Biliyorsunuz…
Brookings Metropolitan Policy Program (Amerikalı) ile London School of Economics and Political Science’ın (İngiliz) ortak hazırladığı, Deutsche Bank Alfred Herrhausen Society (Alman) tarafından desteklenen Metropoliten Kentler Araştırması’nda İstanbul, 1993–2010 yılları arasında ulaştığı yüzde 5,5’lik gelir ve yüzde 7,3’lük istihdam artışı ile 150 kent arasında birinci sıradadır denmiş ve bunun üzerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Topbaş da gittiği yerlerde şunları söylemişti: (5 Nisan 2011)
“Yaptığımız harcamalar ekonomiyi canlı tutuyor, ekonominin durgunluğa girmesini engelliyor. 2010 yılı sonuna kadar 22 milyar dolar yatırım yaptık. Yaptığımız yatırımlar sayesinde her yıl 100 bin kadar istihdam sağlıyoruz. Bu sayede küresel krizin mali etkileri, İstanbul'da olabilecek en az şekilde hissedildi. İşte bu yatırımlardan dolayı dünyada ekonomik gelişme ve istihdam açısından 150 büyük şehir arasında İstanbul birinci oldu”
Biz o zamanlar merak edip söz konusu raporun aslını bulmuş ve işin detayını öğrenip bu konudaki düşüncelerimizi de yine böyle bir makaleye dökmüştük.
Raporda, 1993-2010 yılları arasındaki “gelir” ve “istihdam artışı”yla Dünyada birinci sırada deniyordu ama İstanbul o listede…
-1993-2007 yılları arasında 43. sıradaydı;
-2007-2010 yılları arasında ise (bu herhalde 2009 sonuna kadar olmalı) 143. sırada idi.
Yani Dünyadaki 150 önemli şehrin sondan yedincisi idi ama her nasılsa 2010 yılında ani bir sıçrayışla 142 sıra birden yükselip birinciliği elde etmişti.
Başkan Topbaş üst geçitlere pankartlar da astırıp bunun bayağı tadını çıkardı ama ne yalan söyleyeyim bu iş daha o zamandan benim aklıma pek yatmamıştı.
İstanbul bizim bildiğimiz İstanbuldu da; hele bir sonraki raporu da görelim diye bir sene bekledim.
Sonra ne çıktı biliyor musunuz?
Bu kez 200 büyük şehir arasında yapılan sıralamada İstanbul 7. Sıraya düştü.
6.sırayı Ankara’ya,
4.sırayı da İzmir’e kaptırarak.
Yani bu rapora gore İzmir hem yurt içinde, hem dünya sıralamasında İstanbul’a fark atmış durumda görünüyor.
(http://www.bulentsoylan.com/globalmetromonitor-2011.pdf)
Ne dersiniz?
“Sen onlara bakma, bu sıralamalar uydurma” deseniz Topbaş’ın geçen yılki birinciliği de “uydurma “çıkacak.
“Doğrudur” deseniz, Sayın Topbaş dahil hepimizin son bir yılda İzmir’in İstanbul’dan daha da ileri gittiğini kabul etmesi gerekecek.
Yani bu durum da yukarıdaki gibi “iki ucu farklı yönü gösteren değnek”
Ben ne diyorum biliyor musunuz?
“Refah mı yükseldi?”,
“İstihdam mı artı?”,
“Çok mu ilerledik?”
Fazla merak ediyoruz, bunlardan birine inanmak mı istiyoruz;
Bu işin en iyisini “ideolojik bakanlar” değil, yine bu topraklarda yaşayanlar, her gün çıkıp iş arayanlar bilir.
Sakın ha, biz öyle ellerin lafıyla ne
öğünelim ne de yerinelim.
Herkes dönsün ve sadece kendi cebine, sadece kendi mutfağına, kendi etrafına baksın, durumumuza öyle karar versin.
Yorum Gönder