Sayın okurlarım bu yazıda kendimden söz edeceğim için önceden özür dilerim…
Bekir Coşkun’un “Onuncu Köy” adlı köşesinde 29 Nisan’daki “Paşa” başlıklı yazısını okuyunca kendisine bir bilgi iletisi gönderdim. Sizler de o yazıyı okumuşsunuzdur. Hani bir köpek ile bir kurdun öyküsünün anlatıldığı yazı…
Köpek sahiplidir. Bakımlıdır. Önünde yemek tabağında kemiği, tasında suyu, altında minderi eksik değildir. Kurt ise bunların tümünden yoksundur. Açlığın getireceği ölüm tehlikesi ile her zaman karşı karşıyadır.
Köpek, kurda kendisine katılmasını, sahibinin ona da bakabileceğini söyler. Kurt bir an sevinir. Ancak köpeğin omzunun üstünde garip bir nesne görür. Kurt bunun ne olduğunu sorar. “Tasma” yanıtını alan kurt bu kez “ne işe yaradığını” öğrenmek ister.
“Paşa” adlı köpek, tasmanın ucuna bağladığı zincirle sahibinin onu yönlendirdiğini, ona hükmettiğini anlatır… Bu öyküyü Bekir şöyle tamamladı:
***
Döndü gitti öbürü…
Giderken, kulübedeki Paşa’ya seslendi:
“Hiçbirini istemem… Ben özümde kalayım daha iyi…”
***
Bekir’in bu yazısını okuyunca ilkokul 3. sınıfta 10 yaşımdaki günlerime döndüm. Öğretmenim Cahide Erkal, “okuma kitabındaki” bu öyküyü sınıfta yüksek sesle özellikle bana okutturmuştu. Neden mi?
Bekir’in “özümde kalayım” sözleri o ilkokul okuma kitabında şöyleydi:
“Ben özgenim… Ben özgenliğimi hiçbir şeyle değişmem…”
1938 doğumluyum. Babam Hilmi, annem Naciye, bana “hür” anlamında “Özgen” adını vermişlerdi. O yıllarda “hür” yerine “öz-gen”; “hürriyet” yerine de “özgenlik” denilirdi. Daha sonraki yıllarda “özgen” yerine “özgür” sözcüğü kullanılır oldu.
Bu öyküyü sınıfta okuduğumda yıl 1948 idi… Öğretmenim, adımdan dolayı bu öyküyü özellikle bana okutmuştu… Bekir’e, “özümde kalayım” diye yazdığı sözlerin özgün biçiminin “özgenlik” olduğunu notumda ilettim…
***
Birkaç gün sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel resmi bir açıklama ile Bekir’e tepki gösterdi.
Yadırgadım… Çünkü 17. yüzyılın ünlü Fransız yazarı Jean de La Fontaine’in bu öyküsünü bizim kuşakta ilkokullarda okumayan kimse kalmamıştı.
Sayın Orgeneral Özel’in ilkokulda bu öyküyü okuyup okumadığını merak ettim. Özgeçmişine göz attım. 1950 doğumluydu. Bu öyküyü adımdan dolayı sınıfta yüksek sesle okumamdan ancak iki yıl sonra doğmuştu.
“Herhalde” dedim: “Onun zamanında ilkokuldaki okuma kitabı değişti! Bundan dolayı öyküyü bilmiyor!”
Sayın Orgeneral Özel yaşı itibarıyla dünkü çocuk olsa da, onurlu komutanların istifaları ile eskilerin deyimiyle “hasbelkader (rastlantısal)” olarak bu koltuğa oturmuş olsa da, omuzlarına dört yıldız takıp doruğa kadar çıktığına göre birikimli, onurlu bir Türk subayı olmalı…
***
Bir dalgadır gidiyor. Ergenekon bilmem kaç dalga… Balyoz bilmem kaç dalga… 28 Şubat bilmem kaç dalga…
Dalgalar denizi Karadeniz bile bu kadar dalgalanmaz… Dünyada bırakın barış dönemini, hangi ülke savaşta bu kadar komutanını “tutsak” vermiştir? Sayın Genelkurmay Başkanı’ndan bir ricam var…
Bir an için albaylar ve alt rütbelileri bir yana bırakalım… Yalnızca “general” rütbeli kaç emekli ve kaç muvazzaf subay bu dalgalarla “tutsak” alınmıştır? İçeride kaç general, dışarıda kaç general var? Yanıtlarlarsa bu bilgileri köşemde okurlarıma sunmaya hazırım.
***
İsmet İnönü’nün 1962’deki Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin’in makamında kendisiyle bir mülakat yapıyordum. İçeriye basın sözcüsü Büyükelçisi İsmail Soysal girdi. Önemli, olumlu bir haber getirmişti. Bakana sundu. Basına az konuşan Erkin, “Tamam” dedi: “Bunu, ben açıklayacağım…”
Soysal boynunu büktü… Bakan “Ne oldu” diye sordu. Soysal “Sayın Bakanım! Yarın tersi bir gelişme olursa, ben sizi yalanlayamam. Ama siz beni yalanlamakla kalmaz, kulağımdan tuttuğunuz gibi bu görevden de atabilirsiniz!” yanıtı verdi.
Erkin, bir an düşündükten sonra “Peki, git sen açıkla…” dedi.
***
AKP’nin “sivil anayasa” dediği bir dönemin yaratılmak istendiği şu günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin bir toplantısında Türkiye’nin dört kırmızı çizgisini şöyle tanımladı:
“Tek dil değil, tek bayrak, tek din, tek devlet…”
Birkaç gün sonra yineledi:
“Tek dil değil, tek bayrak, tek din, tek devlet…”
“Sivil anayasa” ile başkanlığa oynayan Erdoğan’a yalanlama “parti sözcüsü” Hüseyin Çelik’ten geldi: Sözcü, koskoca Başbakan’ı şu sözlerle yalanladı:
“Başbakan da olsa beşer şaşar… Bu bir dil sürçmesidir…”
Erdoğan, “sözcüsü” tarafından yalanlanan “Başbakan” olarak tarihe geçti…
Yurtdışından dönünce Başbakan da “tek vatan diyeceğine tek din dediğini, dilinin sürçtüğünü…” söylerek geri vitese takmak zorunda kaldı! Genelde olduğu gibi ağzından çıkanı kulağı duymamıştı… Dil bir kere sürçer… Böylesine hassas konuda iki kez sürçer mi? Türkçede şöyle bir deyim vardır:
“Dervişin fikri neyse, zikri de odur…”
***
Sayın Orgeneral Özel, Atatürk’ün ordusundan gelen bir komutan olarak sizin “derviş” olmadığınıza insanlar emin olmak istiyor.
Eğer ilkokulda La Fontaine’in öyküsünü okumadıysanız, o yılların o kitabını buldurup lütfen okuyun. Eğer bulamazsanız, Cahide Öğretmen, İzmir Karşıyaka’da yaşıyor. Huzuruna çıkıp “özgenliğin” ne olduğunu birinci ağızdan ondan dinleyin. Lütfen kendisine saygılarımla birlikte uzun ve sağlıklı ömürler dilediğimi de iletiniz...
Yorum Gönder