Yurdakul ve Haberal: 28 Şubat, 12 Eylül ve Bugün - Emre Kongar

Cumhuriyet yazarı Emre Kongar, ın 4 Mart 2012 yazısı :
Yurdakul ve Haberal: 28 Şubat, 12 Eylül ve Bugün
Televizyonlarda ve gazetelerde 28 Şubat’ı eleştirenleri dinliyorum, okuyorum…
Dönüp bir de 28 Şubat’tan çok daha sert ve acımasız olan 12 Eylül askeri darbesi ve bugün için nasıl övgüler düzdüklerine, medya patronlarının tutumlarına bakıyorum…
Baba-oğul Zarakolu’ları, sevgili Prof. Büşra Ersanlı’yı, Perinçek’i, sekiz tutuklu milletvekilini, yazarları, profesörleri, askerleri, düşünüyorum…
Bugünü görmeyenler adına utanıyorum!
***
Bence günümüzün en önemli sorunu:
Kin ve nefret duygularının yok edilmesi yerine, yeni düşmanlık tohumlarının atılması…
Kamplaşmaların yumuşatılması yerine iyice sertleştirilmesidir!
***
Bugün, dünün hesabını soranlar, yarın bugünün hesabının sorulacağını düşünmüyorlar mı?
Bu toplum hep hesaplaşmalarla mı yaşayacak?
Barış, kardeşlik, dayanışma, sevgi, güven ve adalet bu ülkeye ne zaman egemen olacak?
***
Dün yine tutuklu gazeteciler için yürüyüşler vardı…
Sanatçılar toplu halde temel hak ve özgürlüklerin tehlikede olduğuna ilişkin bildiri yayımladılar…
Barolar ve hukuk profesörleri artık tepki göstermekten bıktılar…
Avrupa Birliği bile dayanamadı, son raporlarında dozunu arttırdığı eleştirilerini art arda sıralamaya başladı.
***
Bu arada organ nakli konusu yeniden Türkiye’nin gündeminde bir numaralı yere oturdu…
Önce başarılarımızla övünerek…
Daha sonra da başarısızlıklarımızla dövünerek!
Prof. Suat Çağlayan, odatv’deki yazısında Türkiye’de organ naklinin öncülerinden olan ve ayrıca hem hukuki hem de toplumsal altyapısını hazırlayan, şu anda parmaklıklar arkasında çile çeken Prof. Mehmet Haberal’ı anımsamış:
“Organ nakli ile uğraşanların, ‘Organ nakli ve tıp etiği’ konusunda, Prof. Dr. Mehmet Haberal’dan öğreneceği çok şey olsa gerek…
Bugün kol, bacak ve yüz nakillerini görünce, Mehmet Haberal’ın hastasını riske atmamak için gösterdiği titizliği anımsadım.
O zaman için devrim niteliğinde bir şeydi böbrek nakli. Riskleri de immünoloji laboratuvarı belirler her zaman. Laboratuvar en küçük kuşku bildirdiğinde Haberal o böbreği nakletmekten vazgeçiyordu.
Ve bir de -bugünkülere ders olacak bir davranışla- hastasını ancak taburcu olurken basına gösteriyordu.
Keşke Silivri mahkemeleri, Haberal’ın; becerikli ellerini köreltmeseler, ruhunu karartmasalar ve hastalarına yardım duygularıyla dolu yüreğine ‘benden bu kadar!’ dedirtmeye çalışmasalar da onu bıraksalar...”
Çağlayan’ın yazısı çok daha uzun!
***
Doğan Yurdakul değerli bir aydın, önemli ve çilekeş bir yazardır.
12 Eylül askeri darbesinde de içerde yatmıştı…
Bugün de hüküm giymeden kapatıldığı hapishaneden ancak hastalık nedeniyle tahliye edilebildi.
Çıktıktan sonra 25 Şubat’ta Sözcü’de yayınlanan, Saygı Öztürk’e verdiği söyleşide 12 Eylül askeri darbe dönemiyle bugünü karşılaştırmış…
“Ancak, şimdiki şartlar o günkü koşullardan çok ağır. Türküler söylerdik, fıkralar anlatırdık, gülerdik, ağlardık. 30-40 kişilik koğuşta vakit geçerdi. Ama, 3 kişilik odada vakit geçmiyor. Odada ya okuyoruz, ya yazıyoruz
En büyük şikâyetimiz tecrit uygulanması. Kimse kimseyle görüştürülmüyor. Örneğin ben, Ahmet ve Nedim birlikteyiz. Altımızda ise aynı davadan yargılanan Yalçın Küçük, Coşkun Musluk ve Sait Çakır var. Ancak biz bir yıldır onlarla konuşamıyoruz. Bırakın konuşmayı, koridordan geçerken selam vermeniz bile yasak.”
Söyleşinin tümü tam bir ibret belgesi!
***
Geçmişi eleştirenlerin, bugün yaşanılan trajedileri görmezden gelmesi bütün söylenenlerin içini boşaltıyor…
Eleştirilerin samimiyetini yok ediyor…
Silivri ve Hasdal’da çileler devam ediyor!

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget