Yazmak Yaşamak - Ali Sirmen

Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen, in 11 Mart 2012 köşe yazısı :
Yazmak Yaşamak

Sevgili,
- Daha önce evi aradın da oradan mı söylediler?
Ayla Akbal’dı telefondaki.
Oktay Akbal, Yücelen Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Kalp yetmezliğinden ödem oluşmuştu. Olaydan haberdar olduğumdan değil, bir gün önce köşesinde benden söz ettiğinden aramıştım. Eskiden âdetti, dostlardan ya da büyüklerden biri köşesinde adınızı geçirince, telefonla teşekkür sunulur, bu vesileyle sohbet edilirdi.
Ne eski kaldı, ne eskiden kimse ne de eski âdetler.
Oktay Akbal eskiden kalan büyüklerimden biri.
Hem büyüğüm hem dostum hem can arkadaşım.
Ben Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken, o ünlü bir yazardı. Edebiyat hocamız Muvaffak Benderli bir gün onun “Bizans Definesi” adlı öyküsünü okuttu bana.
Bittiğinde sınıfta çıt çıkmıyordu.
Hoca Çetin İpekkaya’ya döndü:
- Bu arkadaşı tiyatro kulübüne alın!
Diyeceğim, Oktay Akbal’ı “Bizans Definesi”, “Garipler Sokağı”, “Suçumuz İnsan Olmak” günlerinden bir büyük yazar olarak bilirim.
Sonra, 38 yıl önce Cumhuriyet’te başlayan, bir ara Milliyet’te süren ve bugüne kadar gelen, dostluk ve kader arkadaşlığı...
***
Yazar Oktay Akbal’ı, diğer okurları gibi sen de tanırsın. Ben şimdi sana dost, arkadaş Oktay Akbal’dan söz edeceğim. En iyisi bir anımı aktarmakla yetineyim.
Aziz dostum Erim Gözen ünlülerin burnu büyük olduklarını düşünürdü nedense.
Bir öğlen Cağaloğlu’nda Gazeteciler Cemiyeti’nin üstündeki yerde buluşmuştuk.
İleride Oktay Akbal oturuyordu, bizi görünce “gelin” gibisinden el etti.
Erim’e dönüp sordum, yanıtı olumsuzdu.
- Sandığın gibi değil, çok hoş bir insandır, dedim.
Üstelemedi, ama biliyorum, istemeye istemeye oturdu.
Sohbetli öğlen yemeği bitip Oktay Akbal gittiğinde, Erim gülümsüyordu:
- Ne candan, hoş, alçakgönüllü adammış, dedi.
Bir hafta sonra yine aynı yerde üçümüz öğlen yemeği yiyorduk.
Son yıllarda, dünya cenneti Akyaka’ya çekildiği ve İstanbul’a pek nadiren geldiği için eskisi kadar görüşemez olmuştuk.
Geçen yıl görüştüğümüzde, yürürken zorluk çekiyordu.
Ama Akyaka’dan yazdığı yazılara baktığımda, hiçbir şeyi yok gibiydi. Yazarken, kuş gibi sekiyor, afacan çocuklar gibi koşuyordu adeta.
O bir yazardı, yazdıkça yaşıyordu.
***
Yazmak yaşamaktı, Oktay Akbal gibi bir yazar için.
Onun Akyaka’dan kaleme aldığı yazıları okurken, hep bunu ve Mustafa Balbay’ı, Tuncay Özkan’ı, kendi otuz yıl kadar önceki halimi düşündüm.
Yaşlılık ile hapisliğin birbirlerine benzer bir yanı vardır, ikisi de kısıtlamadır. İkisinde de değişik nedenlerle olsa da eskisi gibi koşamazsın, coşamazsın. Birinde bırakmazlar ki koşasın, birisinde bıraksalar da koşamazsın.
Sağmalcılar’daki kısıtlı günlerimde bir kaçış yolu bulmuştum, yazıyordum.
B-1 koğuşunda, doğanın yeşiline, denizin mavisine, güneşin sular üzerinde oynaşmasına hasret yaşarken gecenin ilerlemiş saatlerinde bir yandan yazarken, kulaklıklı radyonun düğmesini çevirip Teodorakis’in müziğine ulaşınca, karanlık maviye döner, dışarının koca ahmak lambası sevecen bir güneş olur ve ben Ege’nin kuzu başı beyaz köpüklü, lacivert sularında yelken açar, ak kâğıda selam düşerdim:
- Yassu vre Teodorakis!..
Yazıyordum, yaşıyordum.
Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan şimdi yazarak yaşamak aşamasındalar.
Zor yürüyen Oktay Akbal, yazarken koşuyor, bizleri de peşi sıra sürüklüyor.
Evet yazmak yaşamaktır.
Çok yaşa Oktay Akbal! Çok yaşa Mustafa Balbay! Çok yaşa Tuncay Özkan!

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget