Cumhuriyet yazarı Mümtaz Soysal, ın 2 Mart 2012 yazısı :
İLK duyulduğunda, Paris’in şimdiki politikacılarına kızan birinin Türk argosuna yeni soktuğu tuhaf bir söz saymıştık bu “Fransız kalmak” lafını. Meğer bir konunun yabancısı olmak, ilk kez duymuşçasına şaşırmak demekmiş. Herhalde, bizi bilmeyenlerin düştüğü hallere bakarak zamanla genel bir anlam kazanmış olabilir.
Aslında, o bakımdan da biraz yanlışlık var galiba. Fransızlar, Batı toplumları içinde Türkler konusunda en bilgisiz ya da ilgisiz kalmışlardan sayılmaz. Tam tersine, Uzak Asya’dan gelip Akdeniz’e “kısrak başı” gibi uzanan bir kavmi ilginç bulup yakından tanımak isteyenlerin başında gelirler. Hatta, İslamla daha önce temasa geçmiş İspanyollardan ve bazı Haçlı Seferlerine gemicilik ya da kılavuzluk etmiş İtalyanlardan farklı yanları vardır bu ilgilenişlerinin. Başkalarına yakıştırdıkları sıfatlar konusunda her zaman pek “lütufkâr” davranmadıkları halde, atalarından kalma deyimler arasında “Türk gibi kuvvetli” sözü hâlâ yaşar ve vaktiyle Osmanlı padişahlarına hep “Büyük Türk” demiş oldukları kolay unutulmaz.
Yalnız, bilelim ki “Türk kafası” deyimi de onlarındır.
Ama, hemen sinirlenmeyin, “kafasız” anlamında değil, aksine hemen tepesi atmayan, fazla sabırlı, kolayca suçlanıp eleştirilebilecek kadar “tahammüllü” anlamında. Elbet, güçlü ve “dayanıklı”dan kalkıp “taş kafalıya” kadar vardırılacak salakça yorumları da yapılabilir bu deyimin, ama en uygun olarak belki başka bir somut açıklama daha aydınlatıcıdır: O ülkenin eski konaklarında merdiven tırabzanlarının başlangıcında ilk basamağa adım atmak için tutulan yere de, baş biçiminde olduğu için olacak, Türk kafası denirmiş.
Bazı konulara olduğu gibi buna da olumsuz bakıp “Ha, demek ki gelen geçen hep kafamıza vuracak, öyle mi” diyebilirsiniz ama, kafanıza vurulunca ne yapacağınız size bağlıdır: Ya adım attırmayıp vurana vurursunuz veya derdini anlayıp dersinizi verirsiniz.
Daha doğrusu, Cumhuriyet Türkiyesi’nin genel dış politikası açısından Türk-Fransız ilişkileri öylesine önemli ve yararlı bir konudur ki ona özellikle şu sıralar büsbütün Fransız kalamayız.
Ama, kısaca da olsa irdelenmesine bu sütunun yeri yetmez, belki yarınkine sığdırılabilir.
Yorum Gönder