Türkiye yine şehit haberleriyle sarsıldı:
Adana, Erzincan, Bursa, Konya, Şanlıurfa, Gaziantep, Giresun, Samsun Zonguldak, Ağrı, Tekirdağ doğumlu, Türkiye’nin dört bir tarafından gelmiş 13 gencimiz toprağa verildi.
Yine politikacılar karar verdi, yine gençler şehit oldu!
***
1941 yılında, İkinci Dünya Savaşı bütün hızıyla sürerken doğmuşum.
Annem bana hamileyken Almanlar Yunanistan’ı işgal edip Türkiye sınırına dayanmışlar; Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya inme planları konuşulmaya başlanmış.
Bunun üzerine İstanbul’un boşaltılması gündeme gelmiş.
Her ikisi de felsefe öğretmeni olan annemle babam da oturmuşlar İstanbul’dan kaçmayı tartışmışlar.
“İstanbul işgal edilirse zaten Türkiye düşmüş demektir, hiçbir yer güvenli olmaz ki…” demişler ve Çarşıkapı’da, doğduğum evde yaşamlarını sürdürmeye karar vermişler.
Hitler, Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya inmekten vazgeçip Sovyet Rusya’ya saldırınca, Türkiye ile birlikte annemle babam da rahatlamış.
İsmet Paşa’nın, Almanların Sovyetler Birliği’ne saldırdığı haberini alınca yatağının içinde oturup nasıl kahkahalarla boşaldığını, Şevket Süreyya Aydemir “İkinci Adam”da pek güzel anlatır.
Bu haberi aldıklarında annemle babamın neler hissettiğini, ne yaptıklarını sormadığıma hâlâ yanarım.
Sadece babamın, o zamanlar öğretmen ve yönetici olduğu Pertevniyal Lisesi’ndeki Almanca öğretmeni Hulusi Bey’e Almanların askeri harekâtı hakkında danıştığını ve Hulusi Bey’in de ona Nazilerin Türkiye’ye saldırmayacaklarına ilişkin güvence verdiğini biliyorum.
***
Çocukluğum ve gençliğim, İkinci Dünya Savaşı’na ait, Amerikalı askerlerin kahramanlık öykülerinin veya Nazilerin acımasız vahşetlerinin anlatıldığı Hollywood filmlerini izlemekle geçti.
İkinci Dünya Savaşı, hâlâ Hollywood’un esin kaynaklarından biri olmayı sürdürüyor; Tarantino’nun Inglorious Bastards’ı gibi eski filmlerin yeniden çekimleri bile çok iş yapıyor.
Dolayısıyla insanlık hâlâ savaşları ve vahşeti sorgulama fırsatına bol bol sahip. (Popüler kamuoyunu filmler oluşturduğu için edebiyatı saymıyorum bile.)
Ben de çok küçük yaşımda başlayarak bu filmlerin ve sonra da ilkokuldan başlayarak bugüne dek en az beş kez okuduğum Remarque’ın “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” adlı başyapıtı gibi romanların etkisiyle insanların niçin ve neden birbirlerini öldürdüğünü sorgulamaya başladım.
Bu sorgulamam bugün de hâlâ sürüyor!
***
Savaşların en önemli nedenlerini şöyle sıralamak sanıyorum olanaklı:
1) İnsan isteklerinin sınırsız, dünya kaynaklarının sınırlı olması ve bu çelişkinin yarattığı kaynak sorunu.
2) Her alandaki adaletsizlik ve eşitsizlikler.
3) Egemenlik hırsı, açgözlülük.
4) Savunma içgüdüsü.
5) Altında yukardaki güdülerin yattığı, din gibi, milliyetçilik gibi siyasal ideolojilerin geniş kitleleri seferber edebilmesi.
6) Savaştan çıkar sağlayan kişi ve grupların varlığı.
7) Savaş kararı alanlarla, ölenlerin farklı kişiler olması.
***
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Huntington’un Batı uygarlığını ayakta tutmak için önerdiği “İslam düşmanlığı”, üstelik bunu mikro dinci ve mikro milliyetçi ayrılıkçı, düşmanlaştırıcı, bilinç (vicdan) kavramına dayaması, 21. yüzyılın üzerinde oluşturulan en trajik düşünce ipoteğidir.
İnsanlığın ve elbette ülkemizin bir an önce bu ipotekten kurtulması gerekmektedir!
Yorum Gönder