Gazetecileri, yazarları, bilim insanları, ordusunun ABD emrine girmeyen subayları götürülürken umuru olmayan halkımız, futbolcular gözaltına alınınca can evinden vuruldu.
Halkımızın olmazsa olmazı, toplumsal birliğin temel direği ne adalet, ne mülk, futbolmuş meğer. Zaten milletin yarısı Fenerbahçeli olup, halk iradesini temsil ve çoğunluğu ifade edermiş.
Bizler muz cumhuriyeti sanıyorduk, meğer Fenerbahçe Cumhuriyeti’ymiş, Türkiye. Cumhur ayaklandı, cumhuriyete dokunuldu diye ağlıyor.
Kendilerine kötü bir haberim var: Tribünlerde el ele tutuşup şarkılı sloganlarla savundukları ve dokunulmaz sandıkları “Fenerbahçe Cumhuriyeti”, dokunulurken seyirci kaldıkları öteki Cumhuriyetle birlikte el değiştiriyor.
Bugün Fenerbahçe, yarın Galatasaray, Beşiktaş vb., hepsine sıra gelecek teker, çifter… Kendilerini birkaç yüz bin taraftarı toplayıp slogan attırıyor diye sivil toplum kuruluşu sanan futbol takımları, öteki cumhuriyetin yeni muktedirleriyle iyi geçinir, avcıları savcıları aralarına alır, unvanla, payeyle hoş tutarlarsa; kurdukları sistem sürer, düzene dokunulmaz sandılar.
Türkiye el değiştirecek ve yeni egemenler, futbol borsasında eski egemenlerin anlayışlı işbirliğiyle yetineceklerdi, ha? Yok ya…
Futbol sektörü, küresel ekonomide yoksulun varsıla, cahilin aydına nanik yapabildiği biricik pazar. Tüm dünyada futbol politikadan ayrılmıyor, ama en çok Türkiye’de iç içe. Öyle olmasaydı, diğer ülkelerde en az yüzde 40 vergi alınan futbol ve futbolcu gelirlerinden sadece yüzde 15 vergi kesilir miydi?
Futbol oynamak nasıl bir eğitim gerektirir, iyi futbolcu mahalleden mi devşirilir, yoksa spor akademisi falan mı bitirmek gerekir, ben bilemem, ilgi alanım değil. Ama sanırım, ayak oyununda ustalık her şeyden önce doğa vergisi bir yetenek. Gelişmesi, kafa patlatmaktan çok bedensel bir çalışma olsa gerek.
***
Dünyada ve Türkiye’de, olmak için en çok kafa patlatılan, en uzun eğitim ve fedakârlık gerektiren meslek, doktorluk. Milletim insanı, kamunun en azından yarısı futbolda şike soruşturmasıyla ilgilenirken, nüfusun tamamını ilgilendiren sağlık sektöründe nitelikli hizmetin işi bitiriliyor, doktorların ümüğü sıkılıyor oysa, kimse oralı değil.
Belki haberiniz vardır, belki yoktur, AKP hükümetinin 4 Ağustos’tan öteye yürürlüğe girecek yeni yönetmeliğiyle, doktorların devlet ve özel hastaneler dışında serbest çalışmaları olanaksızlaşıyor.
Sağlıkta Dönüşüm Programı, her şeyden önce serbest rekabete, dolayısıyla piyasa ekonomisine aykırı bir uygulama. Doktorları, ancak komünist rejimlerde karşılığı olan bir dayatmayla kendi işinin sahibi olmaktan yoksun bırakıyor. Tıpkı komünist rejimler gibi, doktorları illa ki bir kurum için ve kurum tarafından belirlenen maaş karşılığı çalışmaya zorluyor.
Meğer beraber yürüdük biz bu yollarda diye varılan İslami menzil de komünizm olabilirmiş, sayın seyirciler!
Doktor muayenehanelerine dayatılan akıl almaz ve saçma sapan ölçütlerle, müjdeler olsun, sağlıkta komünizm dönemi başlıyor! Ölçütlere uymayanın vay haline.
Zorlama o kadar açık ki, muayenehanelere getirilen ve dünyanın hiçbir ülkesinde benzeri görülmemiş ölçüler üzerinde “mantıklı mı” diye düşünülmemiş bile… Örnek vermek gerekirse, yönetmelik doktor muayenehanelerine mutlaka asansör zorunluluğu getiriyor, ama asgari 80 cm. genişlik öngördüğü asansöre nedense 110 cm’lik kapı şart koşuyor!
***
Bendeniz, AB üyesi iki ülkede, İspanya ve Fransa’da yaşadım, devleti ve özeliyle hastanelerini de serbest doktor muayenehanelerini de bilirim. Türkiye’de Sağlıkta Dönüşüm Programı yönetmeliğinin zorunlu kıldığı ölçü ve koşulları, örneğin hiçbir kadın ve doğum uzmanı doktor muayenehanesinde, muayene odasının içinde tuvalete rastlamadım. Zaten böyle bir birliktelik, hasta olarak da hoşuma gitmez. Önce tuvalet neredeyse gidersiniz, sonra muayeneye girersiniz. Böylesi hem daha hijyenik, hem de daha zariftir.
Ama bizim ellerde 4 Ağustos’tan öteye, serbest çalışan kadın doğum uzmanları, ya muayenehanelerini kapatmak ya da muayene masasının yanı başına kubur açmak zorunda kalacak. Biz hastalar da heladan kalkıp masaya yatacağız.
Aslında salt bu koşuldan bile yönetmeliği, havaalanı tuvaletlerinde ayağını el lavabosuna daldırıp aptes alan kafanın hazırladığı belli. Yönetmelik, bir sonraki aşamada muayene odasındaki helanın niteliğini de alaturka diye belirtince, zaten koku eksikliği de giderilir, mantık estetiği de yerli yerine oturur!
‘G’ NOKTASI
“ölümlerden sonra da
ölümler gelir bazen
sevmez yoksul mezarları
büyük besteleri
küçük yüreklerinde
küçük harflerle
küçük cümlelerle
yaşarlar sevgileri
geceler rüzgârlara vurur
zamanları keser
ağır bir kırlangıç olur geçersin
kendi umutsuzluklarının üzerinden”
AHMET KADRİ ERGİN
“Herkes eşek olduğunu söylüyorsa, anırmanın zamanıdır.”
TEVRAT (alıntı)
Yorum Gönder