Kocatepe Batarken Genelkurmay Harekat Merkezi - Emin Çöleşan

Sevgili okuyucularım, Kocatepe muhribinin 1974 yılında Kıbrıs harekatı sırasında kendi uçaklarımız tarafından yanlışlıkla bombalanıp batırılması, yakın tarihimizin en ilginç ve acı olaylarından biridir.
Bu olayı geçmişte gündeme taşımış ve sonrasında, artık piyasada bulunmayan “Unutulmayan Söyleşiler. Tarihe Düşülen Notlar” isimli kitabımda da yayınlamıştım.
Bugün üçüncü ve son kez bu konuyu irdeliyorum, olay sırasında Genelkurmay Savaş Harekat Merkezinde görevli olan pilot kurmay albay Behçet Tamuroğlu’nun bana anlattıklarını sizlere iletiyorum.
Bu olayda kimseyi suçlamak aklımdan geçmedi. Geçse bile değerlendirme yapacak bilgi ve yetki sahibi değilim. Herkes iyi niyetli, herkes düşmanı yok etmeye çalışıyor ama bir yerde bir hata yapıldığı kesin. Şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor ve sözü Tamuroğlu’na bırakıyorum:
X X X
“Genelkurmay savaş harekat merkezi daima hazırlıklı olan ve filmlerde gördüğünüz gibi bir yerdir. Masalar ve duvarlar, harita ve cetvellerle doludur. Gerekli haberleşme araçları ve diğer malzemeler vardır. Personeli bellidir ama gerektiğinde her personel çağrılabilir. Savaşın kontrolü buradan yapılır. Burası sığınakta görev yapar. Ayrıca her kuvvet komutanlığının ayrı bir savaş karargahı vardır. Kıbrıs harekatı sırasında Kara ve Hava kuvvetlerinin merkezi Genelkurmay’da, ancak deniz harekat merkezi Deniz Kuvvetleri Komutanlığında idi. Genelkurmay karargahında denizcilerin bir irtibat subayı vardı. Zaten Kocatepe’nin batırılmasının en önemli nedeni irtibat bozukluğu ve yakın koordinasyon eksikliği olmuştur…
Önce bir anımı aktarayım. Kıbrıs’a ilk çıkan 50. piyade alayı komutanı albay İbrahim Karaoğlanoğlu’nun şehit düştüğü haberi bana ulaştı. Bu sırada kara harekat merkezi komutanı Sayın Kenan Evren’di. Zaman kaybetmemek için bütün askeri kuralları atlayarak haberi doğrudan kendisine verdim. Evren ağlayarak boynuma sarıldı ve ‘Eyvah, gitti mi İbrahim’ dedi…
Gelelim Kocatepe olayına. İlk gün çıkarma yapılmıştı. Ufak tefek hata ve eksikler vardı ama bu çıkarmayı Amerikan ordusu da yapsa aynı hata ve eksikler olurdu. Sonra o meşhur konvoy haberi geldi. Deniz keşif uçağının verdiği bilgiler bu Yunan konvoyunun tehlike yaratacağı biçimindeydi. Konvoyda asker ve cephane yüklü yedi sekiz şilep ve bunlara eşlik eden dört muhrip var! (O sırada karargahta üst düzey komutanlar arasında tartışma yaşanıyor. Uçakların sürekli kullanılmaması, Girne karşısındaki gemilerin de düşmana ateş açması konusunda görüş birliğine varılıyor.) Hava kuvvetleri kıymetli bir silahtır. Gemiler de ateş edip kara birliklerimize destek olsun görüşüne varıldı…
Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan konvoyun hem kendilerine ait keşif uçakları, hem de bir denizaltı tarafından görüldüğünü ve garanti olduğunu söyledi. Bu durum görüşüldü ve Kocatepe’nin batmasına neden olan karar alındı…
Karar şu: Girne önlerinde bulunan üç muhribimizin, Baf bölgesindeki düşman konvoyuna bizim uçaklarla birlikte koordineli taarruza girişmesi. Ancak muhriplerimiz Arnavutburnu’nu geçmeyecek, daha aşağıya, Baf’a doğru inmeyecekti. Çünkü orasını tehlikeli saha ilan etmiştik. Hesaplara göre konvoyun Baf’a ulaşması ertesi gün (21 temmuz) öğle saatlerini bulacak, bizim uçaklar buna göre kalkış yapıp konvoy Baf’a yaklaşırken en hassas zamanda onları vuracaktı. Uçaklar vurunca durum Deniz Kuvvetlerine bildirilecek, Arnavutburnu’nda bekleyen gemilerimiz Baf’a doğru aşağı inip bunları atmaca gibi avlayacak ve işlerini tamamen bitirecekti. Olay en baştan iki komutan arasında (deniz ve hava) böyle planlandı. Ben işin baştan sona tanığıyım…
Önce Deniz Kuvvetleri Adatepe, Kocatepe ve Mareşal Çakmak muhriplerini bölgeye gönderdi. Uçaklarımızın kalkacağı üsler belirlendi ve düşman gemileri için kullanılacak silahlar yüklendi. Kalkış planları yapıldı. Uçaklarımız sırayla kalkıp konvoyu öğle saatlerinde Baf önlerinde yavaşlayınca veya durunca vuracak, gemilerimiz uzakta bekleyecekti. Uçaklara kalkış emri verildi…
Harekat merkezinde dev bir ekran vardır ve bu ekranda Türkiye üzerinde uçan uçakların izini yol yol görürsünüz. Uçaklarımızın gittiği hedefte dört düşman muhribi olduğu bildirilmişti. Onların da radarları var. Uçaklarımız radara yakalanmamak için çok alçaktan uçmak zorunda. Aksi takdirde ateş yerler. Bu yüzden uçaklarımız Akdeniz üzerinde on metreye kadar iyice alçalıyor ve bizim radarlarımızdan da kayboluyorlardı…
21 temmuz 1974 bizim açımızdan şanssız bir gündü. Hava açıktı ama son derece pus vardı. Denizin üzerinde bir sis tabakası vardı. Uçaklarımız birkaç dakika sonra hedefin üzerinde olacaktı. Karargahta korkunç bir sessizlik. Sinek uçsa sesi duyulur. Herkes dua ederek bekliyor…
Aradan birkaç dakika geçmişti ki harekat merkezinin kapısı bir anda açıldı ve içeriye bir deniz yıldırım gibi daldı. Bu durum her türlü askerlik kuralının ve disiplinin dışında bir şeydi. İçeriye böyle hızla giren deniz kurmay albay ‘Komutanım, bizim gemiler taarruza uğradı’ diye bağırdı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu ve hepimiz şok geçirdik. Hiç unutmuyorum, Genelkurmay Başkanı Semih Sancar başını iki eliyle tuttu, (hava ve deniz kuvvetleri komutanları) Emin Alpkaya ve Kemal Kayacan’a dönüp ‘Eyvah, şimdi ne olacak’ diye bağırdı. Alpkaya emir verdi: ‘Havadaki bütün uçaklar derhal geri dönsün, harekat durdurulmuştur…’
Dedim ki ‘Komutanım emir verirseniz bu uçaklar Baf limanını bombalayıp dönsünler. Böyle yüklü durumda bunları kendi üslerimize indirmeyelim.’ Uçaklara bu emir verildi. Böyle (silah ve cephane) yüklü uçağın inmesi süper tehlikelidir. Her şey olabilir, çok büyük felaketler doğabilir. Bu durumda konvoya karşı yaptığımız operasyon durduruldu ve uçaklarımız yüklerini Baf limanına boşalttılar. Bu liman bütün tesisleriyle birlikte yerle bir edildi, cephane depoları patlatıldı…
İlk olay sonrasında harekat durduruldu da, Kocatepe niçin batırıldı? Bizim üç muhribimiz ne yazık ki kendilerine emir verilen yerde değildi. Bunlar Baf’ın hemen yakınında idi. Belki de şöyle düşünerek gitmişlerdi oraya: ‘Hava nasılsa puslu. Biz gelmekte olan Yunan konvoyuna bir baskın taarruzu yapalım ve bu zaferi kazanalım.’ Benim inancım budur. Yani gemilerimiz hedefin tam ortasına oturmuşlar. Yani uçak ateş edecek ve siz bunun tam göbeğinde bekliyorsunuz…
Uçaklarımız üç gemimize birden saldırıyor. Fakat öteki ikisinin batmama nedeni, o gün çok kesif pus var. Aynen Boğaz’daki yoğun sis gibi. Alçaktan uçan pilotlar hedefi tam göremiyor. Yoksa hepsi batabilirdi. İlk operasyon böyle bitti ve uçaklarımız geri döndüler…

Gemilerimizin Baf’tan Anadolu sahillerine yönlendiğini denizcilerden öğrendik. Bu arada Kara Kuvvetleri ısrar etmeye başladı: ‘Pus yüzünden konvoy tam olarak görülmemiş olabilir. Bunlar Baf’a çıkarma yaptıkları takdirde büyük zarar görürüz. Bu nedenle yeniden operasyon yapılsın ve konvoyun bütün unsurları imha edilsin.’ Bu durumda Hava Kuvvetleri ikinci operasyon için emir verdi…
Yanlarında ben de varım. Havacı komutan, denizci komutana telefon açtı ve dedi ki ‘Amiralim sabah üzücü bir olay oldu. Biraz sonra ikinci operasyonu başlatacağız. Arkadaşlarınız gemilerin oradan çekildiğini söyledi. Bunu bir de sizden duymak istiyorum. Çünkü bu konuşmamız sonrasında uçakları kaldırma emri verilecek.’ (Behçet Tamuroğlu’nun verdiği isimleri burada yazmıyorum.) Denizci komutandan cevap geldi: ‘Orada hiçbir gemimiz yok. Yarım yolla Mersin istikametine gidiyorlar. Bu bölgenin güneyindeki tüm gemileri batırabilirsiniz. Şehitlerimizin intikamını alın…’
Sonra öğreniyoruz ki Kocatepe Baf önlerinde hareketsiz kalmış. Mareşal Çakmak geri dönüp Kocatepe’ye yardıma gidiyor. Deniz Kuvvetleri, dumanı tüten Kocatepe’nin batırılmasını hassasiyetle istiyor. Pilotlarımız oraya ikinci defa gittiklerinde onlara verilen emir aynen şöyle: ‘Konvoy artık dağılmış olabilir. Bunlardan bulduğunuzu vurun.’ Uçaklarımız tekrar saldırıyor. Kocatepe orada durduğu için rahatça batırılıyor. Hava puslu olduğu için Mareşal Çakmak ve Adatepe yara alarak kaçmaya başlıyorlar.
Gemilerimiz niçin yanlış yerdeydi? Benim tahminim, bunlar tatlı bir zafer heyecanına kapıldılar. Elinize bir av düşmüştür, bunlar ava yanaşıyor. Hava da puslu. Düşman gemileri biraz sonra Baf’a gelince hız kesecek ve bunlar da yıldırım gibi bir taarruzla bunları batırıp kahraman olacaklar. Böyle düşünmüş olabilirler ama yapılmayacak bir hatadır…
Pilotlarımız gemilerin üzerindeki Türk bayrağını görmemiş mi? O korkunç hızla gemiye dalarken bunu görmek mümkün değildir. O sırada yıldırım gibi gidiyor ve isabet ettirmeye çalışıyorsunuz. 200 kilometre hızla araba sürerken yol kenarındaki küçük çiçeği nasıl göremezseniz, burada da durum öyledir. Eğer çiçeği görmeye çalışırsanız dikkatiniz dağılır ve ölürsünüz…
Yunan konvoyu var mıydı? Kesinlikle yoktu. Eğer olsaydı, harekatın bir aşamasında mutlaka görülür ve imha edilirdi. Belki elektronik bir karıştırma olmuştur ama o bölgenin yasak bölge ilan edildiğini duyan ve o sırada Mısır, Suriye, İsrail, Kıbrıs gibi Akdeniz ülkelerine gitmekte olan sivil gemiler belki rota değiştirirken bir durakladılar, belli bir yerde birikim yaptılar. Bu konvoyu sadece Deniz Kuvvetlerinin bir keşif uçağının gördüğü söyleniyor, hepsi o kadar.”

Emin Çöleşan/Sözcü

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget