Gündüzün o büyük aydınlık kapısı düşüncelerimi altüst ediyor...
Şiir gibi...
Zaten şiir yaşamın adı değil midir?
Jorge Carrera Andrade’nin dizelerinde, yıllar örtülüp giderken durmadan şişen havanın büyük yelkeni, hüznün içindeki aceleci günü çıkıyor karşıma...
Biraz suskunluk...
Biraz yalnızlık...
Ve hüzün...
Evgin Atalay’ın “Hayat Yeşil Umut Mavi” kitabını (Kırmızı Yayınları) okurken, Figen Atalay’ın 2000 yılında, Ebru Güzel’in 2001’de kas hastası Evgin için yazdıklarını okudum.
***
Mario Levi, Evgin’in kitabının önsözünde “yolcu”yu anlatırken, kırgınlığı, örselenmişliği ve yaşama bağlılığı sorguluyor.
Yazımı yazarken pencereden bakıyorum...
Kuşlar havalanıyor çatıların üzerinden... Levi’nin martıları, sonbaharı, hüzünleri gibi.
Evgin yürüyemiyor, uzun süreli oturamıyor, zar zor yazı yazıyor.
Hastalığının tedavisinin olmadığının bilincinde.
Ben de tanıdım Evgin’i...
Ebru, bir gün gazeteye getirdi, onunla odamda konuştuk bir süre...
28 yaşındaki bir kas hastasının yaşamla olan savaşımı, en çok görmek istediği Venedik’e gitmek istemesi...
Kitabını okurken, benden kitabı için Mario Levi gibi bir şeyler yazmamı isterken gözlerinin içindeki tutkuyu, sevgiyi görmüştüm.
***
Kitabının basımını gerçekleştiren, Kırmızı Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmeni Fahri Özdemir’di...
Fahri’yi bu yüzden kutluyorum...
Bir yardım elinin uzanması gerekiyor Evgin’e...
Evinin üçüncü katına özel arabasıyla çıkabileceği bir yürüyen merdiven düzeneğinin yapılması.
Acaba bir işadamı, bir dernek, bir varsıl bunu gerçekleştiremez mi?
Yıldızların ve düşünceye dalmış gecelerin içinde yaşam sevincini yakalamanın ne denli zor olduğunu bilenlerdenim...
Umut ve umutsuzluk!
Tutku ve sevgi!
İçten bir soluk alışverişin, göğün ışıltısıyla buluştuğu zaman dilimi içinde nice acılara ortak olmuştur insan, nice sevinçlere ve hüzünlere.
***
Evgin Atalay, bu ruh halinde zorlukla yaşıyor, konuşuyor...
Yaşama direncidir bu!
Öyle kolay bir şey de değildir!
Hani Rene Char’ın “Boşlukta Oda” şiiri vardır ya hayatı anlatan... Evgin’in öyküsü aynen böyle:
“Sağnak yaklaştığında yaban güvercininin söylediği türkü gibi, -yağmurla açan güneşle toza bulanırken hava- uyanıyorum yıkanmış, eriyorum yükseldikçe. Bağını bozuyorum acemi göğün.
Yaslanmış, uzanmışım senin yanı başına, özgürlüğünü kıpırdatıyorum. Çiçeğini geri isteyen bir toprak keseğiyim ben.
Yontulup biçim verilmiş bir göğüs var mı dünyada, seninkinden ışıltılı! Sormak ölmektir.”
***
Karanlıkların sevinçle kapladığı ince bir güzelliği anlatıyor “Hayat Yeşil Umut Mavi” kitabında Evgin Atalay...
Başımı göğe kaldırıyorum...
Uzun uzun bakıyorum... Renk renk dal dal ağaçlar ve çiçekler.
Çocuklar koşuşturuyor bahçede.
Evgin’in yazdığı gibi hayat uyarıyor insanı...
Sonra Figen Atalay’ın yazdığı yazıya bakıyorum... Evgin şöyle diyor:
“Hastalığımın yaşamı yaşamama bir şekilde engel olduğunu ve ölüme ne kadar acı biçimde yaklaştığımı biliyorum. Ama ölüme bir gün bile kalsa, o gün, görmeyi en çok istediğim su kenti Venedik’e gidebilirim belki. Yani umudum, yaşamı yaşayabilme ihtimali.”
Ebru Güzel ise şunları yazmış:
“Evgin, var olma çabasını yazarak sürdürenlerden. O, kas hastası. Evgin yürüyemiyor, ellerini, parmaklarını, sesini istediği gibi kullanamıyor. Bacaklarını kabuğu soyulmuş elmanın, düşmeden kalan parçaları olarak tanımlıyor. Hastalığının tedavisi yok... Buna karşın her şeye inat o seni gülümseyerek selamlıyor.”
***
Ben de Evgin Atalay’a gülümseyerek sesleniyorum:
“Günaydın Evgin!”
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Yorum Gönder