AB siyasi ilişkilerinde vitrin başarıyı yakalama adına ödün üstüne ödün verilen günlerde.. Erdoğan hükümetleri Kıbrıs’taki referandum oylamasında “Yes be anam” kampanyasının başını çekerlerken.. Başta Rauf Denktaş Türkiye’den bir avuç uzman gazeteciye, Güney Kıbrıs’ın Kıbrıs’ın bütününü kapsayan tek devletmiş gibi AB üyeliğine alınmasının, AB ilkelerine, hukukuna aykırı bir durum olduğunu anımsatanlara uzaylılar gibi bakılıyordu.. AB ile görüşme masasına oturulması uğruna, Kıbrıs bağlantılı ödünlerin eleştirisine de kızılıyordu.. Başbakan Erdoğan’ın her iki konuda öfkeli, dikte eden üslubu ile bu türden eleştirileri “kıskançlık, art niyetlilik, geri kafalılık..” üslubunda sayısız tepkisinin örneklerini meraklıları bilişim sistemi sayesinde kolaylıkla bulup çıkarabilirler..
***
AB ile görüşmelerin açılmasının büyük zafer olarak ilan edildiği, koşullarının görmezden gelindiği, havai fişeklerin patlatıldığı görkemli karşılama, zafer törenlerinin hemen arkasından gelen günlerde, Kıbrıs eksenli sorunlar hızla gündeme girdi, AB görüşmelerinin yürümemesi en geride kalan aday konumuna düşmemizde başrolü oynadı.. Tabii ki müzakerelerin yürümemesi, en kolay ilerlenebilecek gündemler için bile görüşmelerin açılmadan kapanmasında birçok etken, Avrupa tarafının olduğu kadar Türkiye’nin de sorumlulukları var. Yine de engellemenin başını fiilen çeken Güney’in devleti iken, hukuken bütün Kıbrıs’ın devleti sayılan Rum yönetiminin çoğunda Yunanistan’ı da yanına alarak veto hakkını kullanması baş etken. Gelen-giden AB siyasi temsilcileri, AB ile görüşme masasına oturma uğruna, Türk hükümetinin verdiği limanların Rum yönetimine açılması sözünü anımsatıyor, atılmış imzanın gereğinin yerine getirilmesini istiyorlar..
Tabii Rum yönetiminin uzlaşma masasında ayak diremesi, olumlu adım atmaması en önemli savunma silahımızı oluştursa da başımız dik değil.. Kendi ilkeleri, hukukuna aykırı olarak siyaseten Güney Kıbrıs’a omuz vermiş AB’nin sorumluluğunu yüklenmiş bir siyasi iktidar zaafımız söz konusu.. Kıbrıs’ta verilen ödünlere karşı çıkanların, “Rum yönetimine haksız kazandırılan güçler, eline verilen kozlarla uzlaşma zorunluluğu kalmıyor, kabul etmesi zorunlu BM kararlarına, ikili anlaşmaların koşullarına karşı durması kolaylaşıyor, aslında barış, uzlaşma baltalanmış oluyor..” tezleri fazlasıyla haklı çıktı.. Kıbrıs için, barış anlaşmasından çok daha uzakta bir noktaya savrulma, AB üyelik yolunda çok daha gerilere düşme bundan..
***
Bugün Başbakan Erdoğan’ı Denktaş gibi konuşmaya zorlayan koşul ve, nedenlerin başında elbette Rumların AB’de dönem başkanı olmalarının gündemde olması var.. Türkiye restini çekmezse AB dönem başkanı olarak Rum yönetimini tanırsa, Türkiye için çok önemli, üstelik çok ağır bedeller ödemiş Kuzey Kıbrıs’ın varlığını tümden reddetmiş olacak. Uluslararası hukuk düzleminde Güney Kıbrıs yönetiminin tezini baştan kabul etmiş olacak. Başbakan Erdoğan’ın Kıbrıs’a giderek, Dışişleri Bakanı’nın AB ülkelerine yönelik verdikleri demeçler, yeni bir siyaset yaklaşımının göstergesinden çok, takvim dayatmasının zorunlu sonucu. Rum yönetimini AB dönem başkanı olarak tanımak, KKTC’yi yok saymakla eşanlamda olduğuna göre, Türk hükümetinin asla yapamayacağı bir şey, atamayacağı adım olmalı..
Aslında AB’ye uyarı, rest çekme gibi iç kamuoyunda algılanan, daha doğrusu algılatılan tabloda, bir de gerçekten lehimize kimi gelişmeler var.. Yunanistan, Güney Kıbrıs yönetimi, aslında Almanya dışında tüm Avrupa ülkelerini kasıp kavuran önce ekonomik, sonra siyasal boyut kazanan büyük krizler.. Rum yönetiminin sessiz ve derinden İslam dünyasında kurduğu ilişkileri biz, KKTC’nin tanınmaması olarak yaşıyor, inciniyorduk. Uluslararası hukuka aykırı pek çok ekonomik, siyasal, askeri ilişkilerde, gizli kalmış kimi gerçeklerden bir tanesi, yaz ortasında bir sabotaj gibi patlamakla kalmadı, Güney Kıbrıs’ı 40 derecelik sıcak günlerde elektriksiz de bırakarak kasıp kavurdu. Kendi içlerinde gürültülü, siyasi kapışmalar içinde tanımadıkları KKTC’den elektrik yardımı almak zorunda kaldılar.. AB siyasi iktidarları da kendi sorunlar yumağında, çok konuda rol vermek zorunda olacakları Türkiye’yi, günümüz önceliklerinde getirisi olmayan bir diretme ile kızdıramama noktasındalar.
***
Hele de İslam dünyasındaki çıkarlarını yitirmemek adına, çok bedel ödemek istemedikleri Arap baharları patlamasından sonra, kendilerine yakın yeni iktidarlar oluşturma sürecinde, siyasi köprü kurmada görev biçmek istedikleri Türkiye’nin konumu şimdilik önem kazanmışken... Erdoğan hükümetinin Kıbrıs çıkışının çözümsüzlüğe çözüm üretmede gerçek bir adım olabilmesi gerek. Satır aralarının dış politikada gerçekçi, olumlu adımlar olarak doldurulabilmesini, AB ile masaya oturmadaki ucuz siyasi şov uğruna parlak vitrin takıntısıyla Kıbrıs kazanımlarımızı yitirmeyeceğimiz basiretsiz sonuçlara sürüklenmeyeceğimizi, en çok da İslam dünyasının iç savaşlarına sürüklenmememizi beklemek, istemek hakkımız değil mi?
Yorum Gönder