Meclis’teki restleşme; kör topal da olsa “demokrasi” sıfatıyla kendisini tanımlayan bir ülkede düşünülebilecek en talihsiz krizlerden biri…
Benzetmek gibi olmasın Çizme’ye faşizm böyle geldi!
27 Haziran 1924 tarihinde; tam bizim 28 Haziran’a isabet eden “yemin bunalımından” 87 yıl önce, İtalyan parlamentosunda muhalefet milletvekilleri, “protesto maksadıyla” meclis çalışmalarından ayrılmışlar, “yasa/legalitenin gerekleri yerine getirilinceye dek” boykot kararı almışlardı.
“Secessione dell’Aventino” (Aventino bölünmesi) olarak adlandırılan bu tarihi olayın ardındaki “protesto gerekçesi”, Giacomo Matteotti isimli bir sosyalist vekilin, konu edilen tarihte Çizme’de sırra kadem basmış olmasıydı.
Sandıkta hile yapıldığını açığa vuran ve bu nedenle seçimlerin iptalini isteyen Matteotti, gerçekte devletteki faşist çeteler tarafından infaz edilmişti...
Muhalefet ‘bölündüğü’ için kaybetti
Matteotti’nin akıbetinin meçhul olduğu günlerde eylemi başlatan muhalefet milletvekillleri, ülkedeki bu genel geçer “hukuksuzluk ortamını” protesto ediyor ve özelde “Matteotti’nin kayıp olayına” dikkat çekmeye çabalıyorlardı.
Ancak ne var ki muhalefet kırılgan ve zayıftı…
Komünistler her şeyden önce, protestoya destek vermeyi reddetmişlerdi…
Eyleme katılanlar arasında da ayrışmalar vardı.
Başbakan Mussolini, muhalefetteki bu “bölünmüşlük zaafından” yararlandı. Ve muhalefet vekillerinin parlamentodaki yokluğunu fırsat bilerek; “dikensiz gül bahçesine” dönüşen meclisten faşizmin yasal çerçevesini oluşturan tüm kanunları birer birer geçirmeye başladı.
Süreçte Başbakanın bizatihi kendi partisi ve kamuoyundan yükselen “çatlak seslere” karşı devreye sokulan mazeret, “istikrar”(!) sözcüğüydü.
Mussolini attığı her adım ve muhalefet yokluğunda meclisten geçirdiği her yasa için; “normalleşme” ile “istikrar” kavramlarını kullanarak meşruiyet kazanıyordu...
‘Diktatör’ boykottan istifade etti
Parlamento boykotu süresince “faşist çizgisini” iyice tahkim etmek şansını yakalayan ve yasaları bildiğince meclisten geçiren Mussolini’nin “boomrang”e dönüşen bu atağı karşısında, İtalyan muhalefeti kendisini hepten köşeye sıkışmış buldu ve giderek de yok oldu!
Konu üzerinde daha ayrıntılı bilgi isteyen okurlar Wikipedia’nın “secession aventiniana” başlığına başvurabilir. Her halükârda İtalya’da 1920’li yıllarda işte böyle bir “boykot mekanizması” üzerine kurulan faşizm sonraki “yirmi yıl” boyunca yerinden oynatılamadı ve nihayet büyük bir dünya savaşı macerasının ardından defedilebildi.
‘Uçurumun kenarından döner mi?’
Bu örnekten hareketle; öyle ya da böyle “yemin boykotunda” yer alan muhalefet partilerinin gerekçelerini sonuna dek haklı bulmakla birlikte; girişilen inisiyatifin, Türkiye gibi az gelişmiş -hibrit!- bir demokraside tehlikeli sonuçlara gebe olabileceğini düşünüyorum.
Bu tür bir boykotun istenilen sonuçları alabilmesi ve başarıya ulaşabilmesi için “muhalefetin ortak hareket edebilme” alışkanlığının olması lazım - ki bizde böyle bir alışkanlık yok.
BDP-CHP işbirliği bir yana, ana muhalefet partisi CHP malum nedenlerden… kendi içinde -maalesef, ne yazık ki!- bölünmüş durumda.
CHP grup toplantısında herkesin ayakta alkışladığı “yemin etmeyeceğiz” açıklamasını, oturduğu yerden sfenks gibi izlemekle yetinen Deniz Baykal’ın resmi çok yeni daha… hatırlarda…
Bir diğer sorun; artık tümüyle iktidar partisi etkisinde olan medyaya rağmen, kamuoyuna “boykotun ardındaki demokrasi mücadelesini” anlatabilmekte!
Meclis’teki yemin töreni ardından sinirlerimin elverdiği ölçüde!- izleyebildiğim TV programlarında gözlemlediğim manzara ağırlıklı olarak “iktidar propagandasının hâkim olduğu” bir kakofoni estiriyor.
Böyle bir kakofoni ortamında muhalefetin kamuoyunu etkili biçimde yanına alması kolay görünmüyor…
Bu ve bunun gibi nedenlerden ötürü; seçim arifesinde Başbakan’ın “otokratik yönelimleri” gerekçesiyle CHP’ye “oy isteyen” “Economist” dergisi; parlamentodaki “yemin krizinin” ardından bu defa da AKP-MHP ittifakının tehlikelerine parmak basıyor.
“İki partinin milletvekili sayıları bir arada düşünüldüğünde yeni anayasa çantada”(!) diyen dergi, bu tablonun yol açacağı ağır bedellere işaret ediyor.
Derginin sıraladığı “bedellere” karşın, yaptığı önerme inanılmaz sığ:
“Erdoğan uçurumun kenarından ne zaman dönmesi gerektiğini her sefer bildi. Umut edilen bunu tekrar yapabilmesidir!” diyor “Economist”!
“Tutuklu milletvekillerinin” Meclis kürsüsünden isimlerinin bile okunmasına tahammül göstermeyen ve Balbay’ın adı okunurken salonu terk eden Erdoğan ne dersiniz, kolayına öyle “uçurumun kenarından döner mi?”
Yorum Gönder