Bu yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 90. Yılını kutladık. O şanlı onurlu Kurtuluş Savaşı’mzın öldürücü darbesi Büyük Taarruz yapılıncaya dek, geri cephelerde nice gerici ve işbirlikçilerle de savaşılmış, özellikle padişahın Kuvayı Milliye aleyhindeki ferman ve bildirisine parelel olarak nice cahil din adamları, sözde imamalar işgalci Yunanlılarla işbirliği yapmışlardır. Zaferi buruk kutladığımız şu günlerde, dinin, din adamının nasıl kullanıldığının acı örneklerini vererek, bir kez daha bunları anmak ve de ibret almak için okuyucuya sunma gereğini duyduk.
KOYUNLAR YUNAN BAYRAĞI GİBİ BOYANMIŞTI
Yunanlıların Egeyi işgal ettiği günlerde köy ve kasabalarda bulunan azınlıklar (özellikle Rumlar) Türk ve Müslüman’lara hain hain bakmaktalar. Bir yandan da, papaz ve metropolitler gelen “Yunanlıları iyi karşılarlarsa halka kötülük yapmayacaklarının telkinlerini” yapıyorlardı.
İşgal köy ve kasabalarda azınlık Rumlar ve papazların teşvik ve uygulamaları ile her taraf Yunan bayrakları, süslü zafer takları ile donatıyorlardı. (Manisa-Akhisar dolaylarında)
Bir sürü koyun Yunan Bayrağı gibi maviye boyanmıştı. Bu hayvanlar gelecek Yunan ordusunun ayakları altında kesilecekti, Yunan işgali şerefine Türk toprağının koyunları!
En acıklısı da, koyunlardan birisini sarıklı bir hoca götürüyordu. Hoca ve Yunan Bayrağı gibi boyanmış koyunlar. Dini, Müslümanlık bir hoca elinde nereye düşmüştü. “Kisve-i Peygamberi” denen hoca giysisi hangi melânete alet oluyordu?
DİN ADAMLARININ SÖYLEDİKLERİ VE YAPTIKLARI İHANET
Millî Mücadele’nin o kritik günlerinde bazı din adamı hocalar Millî Mücadeleyi, Kuvayı Milliye’yi:
“-Hurucu alssultan…” Diye, padişah halifeyi yani dine karşı bir baş kaldırma sayıyorlardı, “Yunan’a karşı durmayın” diyorlardı…
Gerede isyanı öncülerinden Divitli Eşref Hoca 1920 de şöyle der: “İngilizlere meydan okuyoruz. Bu en büyük küfürdür”.
İslamı Yüceltme Derneği’nin bildirisi:
“Yunan ordusu Halife’nin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlugat Ankara’dır”.
Cemiyet-i Müderrisin (Medrese hocaları derneği) bildirisinden: “Kuvayı Milliye’ciler kudurmuş haydutlardır”. (1920)
Şeyhulislâm Mustafa Sabri’nin başkanlığındaki Anadolu Cemiyeti adlı örgütün yayınladığı bildiri: “Amaç Ankara hükümetine karşı, Yunanıstan’ın yardımıyla, Sultanın ve Yunanistan’ın himayesi altında bir Batı Anadolu Devleti’nin kurulmasıdır. Kemalist kuvvetler bastırılacak, bütün Anadolu Mustafa Kemal’in elinden kurtarılacak… Bunun için kurulacak gönüllü Anadolu Ordusu’nun talim ve silâhlandırılmasından Yunan Başkomutanı sorumlu olacak, bir miktar Yunan subayının bu orduya katılması sağlanacak… Yunanistan masraflarını karşılamak üzere cemiyete yüz bin Türk Lirası verecek…(9.12.1921)
Evet, bunları söyleyen, yurdumuzu işgal eden düşmanı savunan, onun koruyuculuğunu isteyen devletin başındaki şeyhulislam denilen en büyük din adamı olan hain insan. Din ve din adamı vatanı işgalde bile nasıl kullanıldığının en somut örneği.
MÜFTÜ CAMİDE VENİZELOS’A DUA EDİYOR!
İngiliz Yüksek Komserliğine verilen 76 imzalı muhtırada şöyle denilmekte: (Fatih, Süleymaniye ve Beyazıt medreseleri adına Rıza Tevfik ve 13 kişi, Anadolu eşrafı diye anılan ve Yıldız Sarayında misafir edilen 44 kişi): “Ankara şeflerinin ve Büyük Meclis adı verilen meclis üyelerinin çoğu, müttefit devletlerinin cani olarak tutuklanmasını istedikleri kimselerdir… Son savaşın galipleri, bu yabancı ve maceracı çeteyi bertaraf etmelidir”. (12.5.1922) Medrese müdavimleri işgalci düşmana böylece muhtura veririken, vatanın kurtulması için savaşan Kuvayi Milliye kahramanlarını “maceracı çete” diye vasıflandırmakta.
Edirne Te’min gazetesinden: “Müftü Hilmi Efendi, Selimiye Camii’nde, hürriyetin ve adaletin saygıdeğer temsilcisi olan Venizelos hazretlerinin sağlığı için güzel bir dua okumuş ve hazır bulunanlar şükran duygularını belirterek duaya katılmışlardır”. (13.8.1920) Edirne şehrinin en büyük din adamı Müftü böylesine işgalci düşmanın başbakanı adına dua etmekte. Din ve din adamı nasıl kullanıldığını ibretle öğreniyoruz.
O acılı sıkıntılı günlerde İpsala Müftüsü şöyle diyordu:
“-Cihadı imam ilân eder, imam olmadıkça harp olmaz. Padişahımız serbest değildir. Cihadı kimse ilân edemez”. İşin acı tarafı öteki müftüler de buna katılıyorlardı… Yani Kuvayi Milliye’nin, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının düşmanla savaşına karşı çıkıyorlardı. Böylece bu hainane ve bağnazca propaganda ile Yunan’a karşı savaş direnci kırılıyor, Kuvayi Milliye’ye karşı isyanları hazırlıyordu.
1919 Ekim ayında Sivas Kongresinden sonra, İstanbul’dan emekli jandarma binbaşısı Aznavur Ahmet Kuvay-ı Milliye’ye karşı teşkilat yapmaya gelmişti. Parolası, “yanımda Kuran, göğsümde iman, elimde ferman padişahımın emri ile geldim” diyerek (padişah ve Damat Ferit’in teşfik ve tahrikleri ile) halkı toplamış, “artık askerlik yok. Askerler evlerine gitsinler, Kuvayı Milliye için toplanan paraların hesabını soracağız” diyordu. Adamları da : “Aznavur ve adamları padişahın Müslüman askerleridir; onlara silâh atmak cinayettir, padişaha isyan etmektir”, diyorlardı.
TBMM bir hoca milletvekili, Teşkilat-ı Esasiye Kanununda TBMM nin kanun koyma hakkı görüşüldüğü sırada kürsüye çıkmış, “Tanrının kitabı dururken kanun koymak iddiasında bulunan bir mecliste üye kalmayacağını” söyleyerek memleketine dönmüştü.
Yine TBMM de Men-i müskirat kanunun tartışılması sırasında iki hoca, meclisin sokağa doğru penceresini açarak:
“-Ey Ümmeti Muhammet, din elden gidiyor” diye avaz avaz haykırmışlardı.
İNGİLİZ CASUSU İMAM VE YUNAN ORDUSUNA “HÜRMET EDİN” DİYEN İMAM
Heyet-i Temsiliye tarafından Kuvayı Milliye Kumandanı tayin edilmiş Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Bursadaki 17. Tümen Kumandanı Miralay Bekir Sami Bey, şehrin ileri gelen tüm ulemasını (din bilginlerini) toplamıştır. İstanbul’daki Şeyhulislâmın Kuvayı Milliye karşıtı fetvayarına karşı onlardan yardım istemektedir. Ankara’dan Mustafa Kemal’den bir telgraf gelmiş okunmuştur. İşte tam bu sırada, genç bir hoca efendi ayağa kalkıp:
“-Hakikat sizin dediğiniz gibi değildir! Diye bağırır. Kuvayi Milliyecileri suçlamaya başlar. Her şey alt üst olmak üzeredir. Ali Fuat Paşa, birden tabancasını çekip bu hocaya yönelir ve gürler:
“- Sakın yerinden kıpırdama, karışmem”.
Hemen dışarıdan iki polis çağırılır ve genç hocanın üstünü aratır. Din, iman, Müslümanlık, şeriat, padişah, halife, diyen hoca efendinin cebinde çıka çıka İngiliz İstihbarat teşkilatı ajanı olduğu gösteren bir belge çıkar. Bursa’lı öteki ulema takımı ancak bundan sonra uyanıp, Ankara’nın isteği yolda bir karşı fetvayı kaleme alır.
Kurtuluş Savaşı yılları. Yunanlılar Batı Anadolu’yu işgale devm etmektedir. 3 Haziran 1919 da Bekir Sami Bey, Yüzbaşı Selahattin ve öteki arkdaşları, halkı düşmana karşı örgütmeleme, çekilirken resmi daireleri tasfiye gayretleri organize için Alaşehir’e gelirler.
O sırada Alaşehir’e, camilerine dört hoca gelmiş, halka vaaz ederek, diyorlarmış ki:
“-Yunan Ordusu padişah emriyle geliyor, sakın hürmette kusur etmeyin”…
Bekir Sami Bey, hocaların sabahleyin kaymakamlık binası önüne getirilmesini söylemişti. Biz atlara binip Alaşehir hükümet konağının önüne geldiğimiz zaman, Kaymakam, jandarma kumandanı ve dört hoca oradaydılar.
Kumandan sordu:
“-Hocalar bunlar mı?”
Birisi:
“Evet” dedi.
Bu karşılık üzerine Bekir Sami umulmadık bir an içinde tabancasını çekip dört hocayı yere serdi.
Onlar yerde debelenirken gür ve sert bir sesle kaymakama:
“-Görevlerini yapmayanların sonu bu olacaktır, bunu unutmayın ve siz de böyle davranın, deyip atını sürdü.
ŞEYHULİSLAM MUSTAFA SABRİ EFENDİ HAİN CEMİYETİN BAŞKANI
Kurtuluş Savaşını sırasında, Bazı Osmanlı nazırları, din adamları ve siyasetçilerinin önderliğinde, kuruluş çalışmalarına başlamış oldukları “Anadolu Cemiyeti” adlı gizli örgüt faaliyete geçmişti. Cemiyet, kurtuluş savaşı veren Ankara’ya karşı Yunanlılarla işbirliği yapmay amaçlıyordu. Başkanı eski Şeyhulislâmlardan Mustafa Sabri Efendi’ydi. Bu hain din adamları için istiklal, hürriyet gibi kavramların hiçbir değeri yoktu. Onlar için hayati konu, din adamlarının işlevsel olduğu saltanat rejiminin ve din devletinin sürmesiydi.
Cemiyet hazırladığı yazılı öneriyi, Yunan Yüksek Komserliğine verdi. Bu öneride şunlar yazılı idi:
“Anadolu’yu Mustafa Kemal’in pençesinden ve kuvvetlerinden kurtarmak amacıyla, Yunan işgali altındaki Batı Anadolu’da Padişah adına Batı Anadolu’da Özerk Hükümeti kurulacak ve Milli Meclis seçimleri yapılacaktı.
Bu özerk hükümetin başkenti işgal altındaki Bursa olacak; bu yönetimin başında Hiristiyan bir vali bulunacaktı.
Kurulacak olan ordunun talim ve silâhlandırılması işinden Yunan Başkomutanı sorumlu olacak…
…Cemiyet Trakya’yı Yunanıstan’a veriyordu… Cemiyete Yunan Hükümeti borç olarak 100.000 Türk Lirası verecek.”
Bu haince yazılı başvuru, Yunanistan Yüksek Komseri tarafından bir torpidoyla hemen Atina’ya Dış İşleri Bakanlığına gönderildi.
MEDRESE MOLLALARI MUSTAFA KEMAL’DEN ASKER OLMAK İSTEMEDİKLERİNİ BİLDİRİNCE
Büyük Taarruzdan önce 1Nisan 1922 günü Mustafa Kemal, gezi ve incelemelerde bulunmak için, Konya’ya gelmişti. İnceleme gezi programında içinde bir de medrese de vardı. O sıkıntılı günlerde, kanlı canlı, genç mollalar ile hocalar avluda dizilmiş, bekliyorlardı. En yaşlı hoca, M. Kemal’den medrese sayısının artırılmasını ve medrese öğrencilerinin askere alınmamasını rica edince, M. Kemal Paşa sinirlendi:
“-Sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerli? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz. Bu asalakların askere alınmaları için yarın emir vereceğim”!
“YUNAN ORDUSU HALİFE ORDUSU SAYILSIN” DİYENLER
İşgal güçleri ve padişah yanlıları, halkın milliyetçilere destek vermesini önlemek için, çeşitli dinsel örgütlerden de yararlanırlar. Yunanlılara karşı direnen milliyekçileri ezmek için, serserilerden oluşan Kuvaa-i İnzibatiye adlı bir birlik kurarlar. Ayrıca emekli ve alaylı jandarma subayı Ahmet Anzavur’a Padişah fermanıyla paşalık rütbesi, çapulcularına da “Kuvayi Muhammediye” unvanı verir ve millî kuvvetlerin üzerine yollar. İngilizlere, “Ankara’ya karşı Kürtleri birlikte ayaklandırmayı” önerir. İstanbul yönetimini destekleyen “İslâmı Yüceltme Derneği”, Yunan ordusu Ege’de en kirli işleri yaparken, bildiriler yayımlayarak, “Yunan ordusunun Halifenin ordusu sayılması gerektiğini, hiç de zararlı bir topluluk olmadığını, asıl kafaları koparılacak mahlûkatın Ankara’da bulunduğunu” ileri sürer.
Delibaş gibi, Konya halkını kışkırtmaya çalışanlar da, “kim milliyetçilerle Yunan’a karşı giderse şer’an kâfirdir” diyorlardı.
Böylece dini, Müslümanlığı kullanarak, Ankara’a karşı isyanlar ve kanlı kardeş kavgasını başlatırlar.
PADİŞAHÇİ ASİLERİN YAPTIĞI VAHŞET
Bunlardan acı bir örnek: Mayıs 1920 de, Ankara’ya karşı aklanan Düzce asileri Bolu’ya yürüdüler. Buna bazı yakın köyler de katılır. 3 Mayıs 1920 de sabahı her taraftan şehre saldırılar. Binbaşı İhsan Bey şehit olur. Birkaç çapulcu koşarak onu soydular, şehidi çıplak halde sokak ortasında bıraktılar. Ellerine geçirdikleri askerleri, eski lise binasının kırık camları ile kestiler ve korkunç işkencelerle öldürdüler. Bolu’da kalan (Devrek’li) Abdulkadir adında çok genç bir subayı da soyarak ve işkence yaparak Bolu sokaklarında dolaştırdılar. Bıçakla vücudunu delik deşik ettiler ve belediye önüne attılar. Zavalı genç subayın çok yarası vardı ama ölmemişti. Ertesi gün subayın kıpırdadığını penceresinden gören bir doktorun hanımı kocasına haber verdi. Doktor, sabahın tenhalığından faydalanarak subayı memleket hastanesine kaldırttı. Fakat kudurmuş asiler durumu öğrendiler ve birkaç melun derhal hastaneye gelerek subayın boynuna bir ip geçirdiler ve sokaklarda sürükleyerek öldürdüler. Ve “işte şeyhulislâmın fetvasının hükmü yerine geldi” diye meydanda bağırdılar.
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sürecinde cahil din adamlarının böylesine yaptıkları ihanetleri görünce, bu ihanetleri unutmaz ve buna kızmış olmalı ki TBMM kapısında bir
aşağıdaki olayda bir imamı haşlar. Bu yazıyı yazan site de, (http://dinimizvetarihimiz.blogcu.com/din-adamlarinin-kurtulus-savasindaki-rolu/12288923), Atatürk’ü kötülemek için kullanmakta.
“Meclise geldik. Bir de müezzin geldi. Müezzin ezan okudu. Meclis kapısından içeri girdiğimiz zaman Atatürk’ün önüne sırmalı elbiseler giyinmis bir imam dikildi. Atatürk ne istediğini sordu. imam ellerini kaldırarak, “dua etmeden girilmez!” dedi. Atatürk, “bu yurt Mehmetçiğin süngüsü ile kurtarıldı ve bu meclis onun gayretiyle kuruldu. Yoksa senin duanla degil! Çekil oradan!” dedi ve imamı eliyle iterek meclise girdi.”
Ne dersiniz sevgili okuyucular, o işgal ve sıkıntılı günlerinde Kuvayi Milliye Kahramanları, din adına, din kullanılarak kötüleniyorlardı; günümüzde de Kuvayı Milliye Kahramanları, yurda kazanımları kötüleniyorlar. Kuvayi Milliye kahramanlarını savunanlar hapislere atılıyor. Durumu, yorumu vicdanınızda siz değerlendirin.
Kaynaklar:
1-Yüzbaşı Selahattin’in Romanı Sf: 205–285-Cilt 2 Sf: 91
2-Çankaya Falih Rıfkı Atay Sf:269–270)
3-Şu Çılgın Türkler Turgut Özakman Sf: 523–524–547–693–694
4-Kurtuluş Savaşında İşbirlikçiler-İlhami Soysal Sf: 9–10
5-Milliyet (sicil) Güneri Cıvaoğlu 19.5.2005 Sf: 19)
6-http://dinimizvetarihimiz.blogcu.com/din-adamlarinin-kurtulus-savasindaki-rolu/12288923
Yorum Gönder